Bardakçı gibiler, toplumun gözünde nasıl bir imaj yaratıyorsa,
geniş halk kitleleri çoğunlukla bayılır onlara. Yalnız unutmayalım,
o kitleler Recep İvedik’e de bayılır
Yok canım, Allianoi yok tabii. Sadece tükenmeyen aşağılamalar var.
Bir yazısında çevrecileri tarif eden Bardakçı’nın bitimsiz, sıradan
faşizmi... Neymiş efendim; “üzerinize eski, rengi uçmuş bir tişört
geçirin” var. Horgörü buradan başlıyor, sınıflama, ötekileştirme,
aşağılayarak yalnız bırakma var. “Hanım iseniz saçlarınızı
taramaktan vazgeçin” biçimciliği var. Birini aşağılarken ona hanım
demek ancak köşesinden ahkâm kesen Ak Türklere mahsustur; beyimiz
kibar, hanım diyor. Ey Bardakçı! Bizde ona kadın denir, bizim güzel
kadınlarımız, güzel insanlarımız vardır, yanındaki Pelin Batu gibi
tüm aymazlıklarına boyun eğmez bizimkiler.
“Şayet erkekseniz sakal tıraşınızı birkaç gün ihmal edin” var.
Erkek dediğin pahalı takım elbise giyer ya, o var; pahalı takım
elbiselerinin cebinde duran ipekli mendil var, parlak kravatlar
var, ışıltılı; erkek dediğin, sakalını her gün kesmelidir ya, o
var, hani aynı askerdeki gibi: Sakal kesilecek, kes! Kimilerinin
kanına girmiş ordu düzeni var, ağababaları Kenan Evren de otuz yıl
önce üniversite hocalarını sakal yüzünden okuldan attırırdı.
Allianoi yok ama “meramınızı 150 kelime ile sınırlı peltek bir
Türkçe ile ifadeye çalışın” var. Bir dil kusuruyla alay var işte,
indirgemecilik var. “Aynı tornadan çıkmış sloganları hiç durmadan
tekrarlayın ve her üç kelime arasında ‘Hayıııır!’ çığlıkları atın"
var. Biz bağırırız evet, zoruna mı gitti efendi, hayır’ımız seni
rahatsız mı etti; itiraza tahammülsüzlük var. Allianoi yok ama
kelimelerimizden korkanlar var, sesimizden rahatsız olanlar
var!
Yok canım yok, Allianoi yok. Baraj, köylü dostuymuş, o var, çok
köylü meraklısıdır ya bu kalın beyler... Yiğit Bulut, hükümetini
bunca severken ekranda parlayan bol yağlı saçları, sarkıp duran
etli yanakları var. Nasıl? Konulara bunca biçimci yaklaşabilmek,
tam Türkiye’nin düzeyi değil mi Bardakçı? 2010 yılında, hâlâ bir
ırmağın akışını kesip önüne set çekerek elektrik üretmeyi öven
organik aydınlar var.
Organik aydın nedir? Pek mümkün değil ama bilmiyorsundur belki.
Gramsci sana bir hayli 'entel' geldiğinden takmamışsındır. Üstadın
saçları düzensizdi ama sakalsızdı bak, seversin. İşte senin
gibilere organik aydın diyor Gramsci. Özet geçelim. Türkçe
kusurlarıma bakmazsın artık. Zaten 150 kelime... Tişörtüm de pek
renkli değil...
Toplumların, burjuva demokratik devrimi boyunca, diğer deyişle
burjuvazinin siyasal iktidarı ele geçirme sürecinde ortaya yeni
'tip' aydınlar çıkar. Böyle dönemlerde, geleneksel aydınlar içinden
bu kategoriye çoklu geçişler yaşanır. Bu tip, büyük kitlelerle
yalnızca ideolojik değil siyasal ve ekonomik olarak da
bütünleşir.
Bu arkadaşlar en güzelinden sistemin propagandasını yapar, onun
doğruluğunu kabul eder ve egemen sınıfın ideolojisini (yani şu
durumda neoliberalizmi) yayar. Satarlar kısacası; aklına esen, para
getirebilecek her şeyi satarlar! Okullarımızı, evlerimizi,
hatıralarımızı, ırmaklarımızı, derelerimizi, rüzgârımızı,
ağaçlarımızı... Aslında, devletin ideolojik aygıtıdır bunlar. Bir
tür çividirler mesela; ama kördürler. Bir tür pencere diyelim,
sağırdırlar. Anlatabiliyor muyum?
Zamanla onaylamacı bir yapıya bürünen bu göbekli (nasıl oluyormuş
biçimcilik!) arkadaşlar (ki daha çok köşe yazarı veya tv
programcısıdırlar) olası her türlü iktidarın destekçisi konumundaki
yaşam formlarına dönüşür. O zaman bunlara 'embedded intellectual'
(gömülü aydın) deriz. Zoruna gider mi bilmem sayın Bardakçı ama bu
durumda aydın falan da değildir senin gibiler, pek aydıkları
söylenemez. Daha detaylı bilgi için Edward Said’in (saçı, sakalı
düzgündür, seversin) Entelektüel adlı başyapıtını önereyim. Hep sen
mi bize kitap önereceksin?
Bardakçı gibiler, toplumun gözünde nasıl bir imaj yaratıyorsa,
geniş halk kitleleri çoğunlukla bayılır onlara. Yalnız unutmayalım,
o kitleler Recep İvedik’e de bayılır. Sonuçta bu kişiler birçok
insan için yol göstericiye dönüşür. Hatta kahvede konuşulacak
konuları belirlemekten biraz öteye giderek, yılda ancak üç beş
kitap okuyan kalabalığa ne yönde düşünmeleri ve neyi o yönde
düşünmeleri gerektiğini gösterirler. Misal, Mehmet Barlas desem?
Engin Ardıç desem, Emre Aköz desem...
Gelelim Bardakçı’nın o dilinden düşürmediği çevrecilere. Evet
çevreciler var bu ülkede; bizim, hayatı bir bütün olarak
algılayışımız var. Ağacıyla, kuşuyla, böceğiyle, her canlının en az
insan kadar kıymeti olduğunu, var olan her şeyin, öyle olması
gerektiği için orada durduğunu bilen insanlar... Türkiye’nin
ağaları daha çok araba üretsin diye 3. köprü adı altında yapılacak
ağaç katliamına, o ağaçlar da bizim gibi canlıdır diye karşıyız,
onlar bu şehrin nefesi diye... Trafikti, gelişmeydi, büyümeydi,
bunların rengarenk ve aptal bir hayal olduğunun; Bardakçı ve onun
gibi bir dolusunun sistemin pazarı ve pazarlığı için yaşadığının
farkındayız.
Allianoi’yı kurtaramadık; umuyoruz ki torunlarımız onu yeniden
bulacak, yeniden yaşatacak. O, iki bin yıldır bu dünyada çünkü,
sisteme inat, sermayeye, ihalelere, kapitalistlerin aşağılık dünya
tahayyüllerine inat ayakta!
Yok olan, unutulacak olan, hayatın düşmanlarının tarafı
olacak...
ONUR CAYMAZ / BİRGÜN