Nilüfer Kas
nkas@dbr.com.tr
************
- Sizden nasıl bir dekan olur?
Bence iyi bir dekan olur. İnsancıl, adaletli, yenilikçi, yaratıcı
bir dekan olur.
- Bu kadar iş arasında okulla nasıl ilgileneceksiniz?
Bunları yazanlar nasıl çalıştığımı bilmiyorlar. Haftanın üç dört
günü Eskişehir’deyim. Televizyon programı için İstanbul’a
geliyorum. Başka bir şehirde olmak yazı yazmanın önünde engel
değil. Bunu yapabileceğime inanmasam bu göreve talip olmazdım.
Rektör Engin Ataç da aynı soruyu bana sordu. Bu bir sorumluluk
meselesi. Türkiye’nin en iyi iletişim fakültelerinden bir
tanesinden söz ediyoruz. Bu bayrağın bir yere taşınması gerekiyor.
Bu işlerden yapamadığımı gördüğümde, eteğimdeki safralardan
bazılarından kurtulmaya başlarım. İnsanlar beni medyada
gördüklerinde zamanımın büyük kısmının medyada geçtiğini
sanıyorlar. İnsanlar yazılarımı Eskişehir’den yazdığımı
düşündüklerinde de şaşırıyorlar. Bu durum bana büyük güç
kazandırıyor, çok daha fazla insanla birlikte oluyorum, hayatı daha
derin yaşıyorum. Türkiye’yi etkileyen olayları yerel bir bakışla
nasıl görüldüğünü iyi biliyorum.
- Bazı dekanlar adlarını ders programına yazdırıp derslere
asistanlarını sokuyor. Derslere girecek misiniz?
Ben adımı yazdırdığım derslerin hepsine girerim. Zaman içinde
asistan yetiştirdim. Geçmişte bir ders teklif edildiğinde derse
giremeyeceğimi ama yöneteceğimi söylediğim dersler oldu. Ama
vereceğimi söylediğim dersleri ben veririm. Ders vermeden
yapamam.
- Bu kadar bölünmüşlük sizin performansınızı ve motivasyonunuzu
olumsuz yönde etkilemiyor mu?
Siz bölünmüşlük diyorsunuz ama ben bölünmüşlük olarak kabul
etmiyorum. Asistan olduğumdan beri böyle çalışıyorum. Aklım böyle
çalışmaya çok alıştı. Bir işi kalitesiz yapmaya başladığımda o
alandan çekiliyorum. Beni heyecanlandırmayan hiçbir işe girmiyorum.
Günde 3-4 saat uyuyorum. Zaman yönetimini iyi ayarlıyorum.
- Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi çok önemli bir okul.
Okulu bir adım daha ileri götürmek için yeni projeleriniz var
mı?
Yeni projem yok. Dekan seçimlerinde yaptığım propaganda da
arkadaşlara ‘Projem yok, takım oyunu oynayacağız. Ben bu takımın
lideriyim’ dedim. 58 tane birbirinden değerli hocamızla birlikte
farklı bir yönetim tarzı deneyeceğiz. Bu da benim tarzım
olacak.
- 2003’te Ali Atıf Bir marka oldu. Hangi taktikleri kullanarak
markalaştınız?
Özel bir çaba sarf etmedim. Focus olmak çok önemli. İletişim
dışında hiçbir işle uğraşmadım. İletişim alanında çalışırım,
yazarım, okurum, uygularım. Kendi tarzını yaratırsan ve samimi
olursan başarılı olursun. İşin püf noktası budur. Gazete yazısı
artık edebi bir türdür. Her gazete yazısını reklam metni gibi
uğraşarak yazarım. İnsanlar okurken sonuna kadar gelsin istiyorum.
Yazıda dramatik bir tat yaratmaya çalışıyorum. Taklit edilemeyen
tek şey zekadır.
- Akademik kariyerinizle televizyon şovunuz etik olarak uyuşuyor
mu?
Bu bir bölünmüşlük. Clinton’a saksofon çalmak yakışmıyor mu? Ben
kendime yakıştırıyorum. Ben buyum. Televizyon şovunda farklı bir
şekilde seyretmeselerdi başarısız sayarlardı. Hiçbir abartı
yapmıyorum çünkü akademisyenim. Bunun yüzde yüz bilimsellikle
alakası olmadığını da biliyorum. Bilimsel bilgiden üreyen bir yorum
ve program prototipi var. Televizyon şovunu keyifle yapıyorum,
keyifle de akademik yaşamımı sürdürüyorum. Birbiriyle çok
örtüştüğünü düşünüyorum. Beni eleştiren karşıdakilerin kafalarını
değiştirmelerini öneriyorum.
- İletişim dekanı olarak şu soruyu yanıtlamanızı istiyorum.
İletişim fakülteleri mesleğe düşman insan mı yetiştiriyor?
Bunu dile getiren Ertuğrul Özkök’ü yanlış anladılar. Özkök bilim
adamlığı ve gazeteciliğin yanı sıra Hürriyet’in toplumsal değişim
ajanı rolünü çok iyi biliyor. İletişim fakültelerinde ‘eleştirel
bakış’ yaygındır. Medya tekelcidir, soyuyordur, soygundur. Herhangi
bir gazeteci iletişim fakültesine konuk olduğunda öğrencilerin bu
sorularıyla muhatap olur. Bunu aşmaları gerekiyor. İyi haber yazan,
dünyayı ve ülkeyi iyi algılayan öğrenci yetiştirmek önemlidir.
İletişim fakültelerinde medyaya düşman yetiştirenlerin sayısı
yetiştirmeyenlerin sayısından fazladır. Yeni bir jenerasyon geliyor
ve onlar hayata farklı bakıyorlar. İletişim fakültesi dekanlarının
doktoralarına baktığınızda çoğunun iletişim alanında olmadığı
görülür. Fakülteler bugün bunun sıkıntısını yaşıyor. İletişimin
gereklerini bilmeyen birtakım yöneticilerle yönetildi fakülteler.
Bunlar bir yere getirdiler ama iletişimi iletişim olarak çalışan,
disiplin olarak gören bir nesil geliyor. Onlar bu farkı
yaratacaklardır.
- Basmakalıp köşe yazarı kastının çöktüğü yolunda bir tartışma
vardı. Peki basmakalıp muhabir kastı ne durumda?
Türkiye’de gazeteciliğin esasını muhabirlik oluşturuyor ama ön
planda olan köşe yazarlığı. Türk basını bunun dengesini kurmak
zorunda. Muhabirlerin de mesleklerinden tatmin oldukları şartlar
oluşturulmalı. Bu işte eleştiri yapanlar bazı konularda kendi
kapılarına süpürmüyor. Bazı medya kuruluşlarını aradığınızda
sekreter dan dun konuşuyor. Sonra köşe yazarı bakanlıktaki dan dun
konuşmayı köşesinde eleştiriyor. Önce kendi sektöründe mükemmeli
yaratmak gerekiyor. Haberde kaliteyi sağlamak kaliteli insanla
oluyor. Bu kalitenin yükselmesi gerekiyor. Bazı kurumlar kaliteye
önem veriyor bazıları vermiyor. Bu deponun sağlamlaştırılması
gerekiyor. Bizim fakülte bu depoya adam yetiştiriyor.
- Televizyonda konuklarınıza ‘imajınızı kim yönetiyor’ sorusunu
yöneltiyorsunuz. Sizin imajınızı kim yönetiyor?
Kendim yönetiyorum. İmajmaker’lar genellikle kişiye yapması ve
yapmaması gerekenleri söylerler. Neyi yapmam neyi yapmamam
gerektiğini ben biliyorum. Mesela katılmadığım televizyon
programları, şovlar var. Belki katılmam gerekiyor. Bir çizgim var.
Programıma bakarsanız herkes Atıf Hoca’ya konuk olamaz. ‘Bunu de,
bunu deme’ diyemiyorum çünkü her şeyi diyorum. Böyle bir derdim
var.
- Mezun ederken öğrencilerinize kulaklarında küpe olsun diye
tavsiyeniz oluyor mu?
Onlara şunu derim; Kendi kendinizin düzeltmeni olun. Hiç kimsenin
önüne tashih edilmek üzere bir şey götürmeyin. En son haline
getirin öyle teslim edin. Karşınızdakine kendi işinizi yaptırmayın.
Hatalarınızı düzeltmeyi öğrenin, o zaman mükemmele ulaşırsınız.
- Mesleği zedeleyen tutum ve davranışlar nelerdir?
Tüm dünyada medya değişiyor. Artık anlık ahlak diye bir şey söz
konusu. Hegelci ahlak, Kantçı ahlak söz konusu değil. Yapayım mı,
yapmayayım mı meselesi var. Burada adil olmak gerekir. Gazetecilik
in-out işidir. Ne içerde ne dışarıda bulunacaksın, fikirde bile.
Her şey vicdana kalıyor. Okuyucuyu, seyirciyi, yurttaşı aptal
yerine koymamak gerekir.
- Kurum içi polemiklerden haz alıyor musunuz?
Seviyenin belirli konularda çok düştüğünü düşünüyorum. Gazeteci,
köşe yazarı kavramını tekrar gözden geçirmekte fayda var. ‘Bilmem
ne çocuğunu’ gördüğümde tiksiniyorum. Bu ne gazetecilik ne de
insanlık. Bu artık iğrenilecek bir şey. Kimsenin kimseye hakaret
etme hakkı yok. Bunun dışındaki tartışmalardan zevkle okuduklarım,
gereksiz bulduklarım var. Hafif çatışmadan okur da hoşlanıyor.
Televizyonda ‘gördükçe beğenme’ durumu var. Bu nedenle oraya
konulan adam için iki kere düşünmek gerekiyor. Hiç özellikleri
olmasa bile beğenilme olasılıkları var.
- Medyada hiç olmaması gereken adamlar var mı?
Buna ben karar veremem, bunun demokratik olduğunu da düşünmüyorum.
Köşe yazarının, muhabirin reyting sistemi yok, keşke olsa.
Bilinmek, okunmak, izlenmek demek değildir. Herkes yazıyor ama
okunuyorlar mı bilmiyorum.
ALİ ATIF BİR: ERTUĞRUL ÖZKÖK´Ü YANLIŞ ANLADILAR
Ali Atıf Bir de tempo´ya konuşanlar kervanına katıldı. Özkök´ün iletişim fakülteleriyle ilgili sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyleyen Bir gazete içi polemiklere yönelik de ilginç açıklamalar yaptı..
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin