İŞTE ATİLLA AYDOĞDU'NUN YAZISI
Karşısındaki kişiye “aslında ne kadar da yanılıyorsunuz bir bilseniz” demek istediğinde kaşlarından birini hafifçe yukarı kaydırarak, dudaklarına müstehzi bir gülümseme yerleştirdiğinde İclal Aydın, bende bir panik hali tezahür ediyor ki sormayın
Gelinim Olur musun? evinde Pınar isminde bir gelin adayı var. Mutlaka rast gelmişsinizdir. Ortada hiçbir neden yokken kavga etmeye başlıyor. Kiminle neden kavga ettiği ya önemli değil onun için, ya da biz uzaktan anlayamıyoruz. Çünkü gelin adayı olarak girdiği evde bir damat adayının bile elini tutmuşluğu olmadı, ki kıskançlık yapıyor da kavga ediyor diyelim. Pınar’ın evde “ulan...” diye hitap etmediği gelin adayı kalmadığı gibi bugünlerde kaynana namzetleriyle atışmaya başladı. Hatta son günlerde elindeki bıçakları mutfak masalarına saplayıp saplayıp duruyor. İnanması zor ama herkesi sindiren Semra hanım bile onunla dalaşmamak için köşe bucak kaçıyor.
Bu kızı gördükçe benim aklıma hep İclal Aydın geliyor. Bu akla gelişler ilk önce Pınar’ın ses tonu ve konuşma üslûbunun “bişey”lere benzediğini fark etmekle başladı. Ancak uzun süre ne olduğunu ayırt edemedim. Takdir edersiniz ki bir tarafta ortalığı velveleye veren bir kız, diğer tarafta varlığıyla bulunduğu yeri sütlimana çevirme ustası bir yazar var. Ve de köşe yazarı. Ya da tiyatrocu. İlaveten televizyoncu. Son olarak dergi yönetmeni. Unutmadan reklam yıldızı. Hatta kaset sahibi bir şiirsöyler. Özellikle anne. İlaveten eş. Dahası varsa onların da hakkı kalmasın. Kabiliyet denilen ilahi kuvvet, Allah’ın takdiri icabı pek eşit dağılmamış ki bu memlekette. Kimine ganî ganî vermiş yüce Rabbim, kimine bölük pörçük...
Gelin adayı Pınar’ın konuşmalarına kulak kabarttığım bir gün birden “Aydın”landığımı hissettim. Ben aslında bu kızı gördüğümde İclal Aydın gelmiyordu aklıma, ben İclal Aydın’a baktıkça bu kızı görüyordum. Henüz Pınar-Mınar yokken ortada benim algıladığım İclal Aydın aslında bu kızdı. İclal Aydın sakin sakin konuşurken , dingin dingin insanları anladığını ifade ederken, ılgın ılgın çevresindekilere hoşgörü bahşederken bile benim gördüğüm Pınar’ın o zapt edilmez “dediğim dedik, çaldığım düdük, oturup dinlemezsen kafanı uçururum” tavrıydı. Onun için o bize Hayat Güzeldir dedikçe, ben hayattan soğuyordum, onun için çamaşırları temizlemek için üzerlerine deterjan döktükçe ben bizi temizlemeye çalışıyor diye kaçıyordum. Onun için ‘sevgi’ ve ‘kelebek’ laflarının ikisini alt alta, üst üste, yan yana görmeye tahammül edemiyor, çiçek gördükçe alerji kapıyordum. Onun için evlenmeden önce eşinin elinin eline değmediğini söylediğinde ben her önüme gelenle düşüp kalkmak istiyor, enerjinin pozitifinden tiksindikçe tiksiniyordum.
İclal Aydın bir tiyatrocu malûmunuz. Bir oyuncu.. Köşe yazarı olmadan önce, köşe yazılarını bir kitapta toplayıp yazar statüsüne kavuşmadan önce, Ayşegül Aldinç, Hülya Avşar, Emel Müftüoğlu, Nil Karaibrahimgil, Seda Sayan’la kendisini yazar olarak aynı kategoriye koyduğu için Akşam Gazete’sinden özür dilemesini beklemeden önce, televizyonlarda 30 milyarlık maaşla ilk 100’e giremeyen programlar yapma başarısını yakalamadan önce de bir oyuncuydu. Oyun gücünü, kitaplarının yanı sıra kızıyla aynı adı taşıyan şiir albümü “Lâl”de de bize göstermişti. Zaten sanat eseri dediğiniz de sanatçının bir evladı sayılmaz mıydı? İkisi de insanın içinden kopup gelmiyor muydu şu fani dünyaya? O kopup gelen her parçaya kendi isminden bir “nebze” veren birini ayıplamak aslında ne kadar da ayıptı. Kimi zaman titreyen sesiyle ağlamamak için kendini zor tuta tuta kocasına kasetinde şiirler okuyan bu kadının ağladığını hiç kimsenin görmemesi bizim için bir mazeret olamazdı ki!
İclal Aydın‘ın çok tatlı bir gülümsemesi var. Ama ben ne zaman bu gülümsemeyi görsem, “bu gülümsemeyi fark etmeyeceklerin alnını karışlamaya hazır bekleyen” bir gamze beliriveriyor yanı başında. Hatta bu gamzenin İclal Aydın’ın tiraj rekorları kıran dergisi Gülümse’ye de ilham kaynağı olduğunu düşünüyorum. Öyle bir emir kipi var ki bu gamzenin “ya gülümsersin ya da kedini öldürürüm” gibi birşeyleri imâ ediyor sanki. Kedisi olmayan birinin her daim gülümsemesi gerektiği varsayılır malumunuz!
İclal Aydın’ın en büyük şikayeti: Kendisi (ve bir talk show’da
belirttiği üzere Petek Dinçöz) gibi “başarılı kadın”ların,
“özellikle diğer kadınlar tarafından” alaşağı edilmek istenmesi.
Her katıldığı sohbette, her verdiği mülâkatta bunu ispirtolu
kalemle yazıp, fosforlu kalemle altını çizmeden geçemiyor. Ne
gelmiştir başına, evli-çocuklu bir kadından diğer kadınlar ne
ister, ne bekler orasını ben bilemem. Ama sunduğu programlar
seyircinin ilgisizliği nedeniyle sona erdikçe “Bu rating’ler
yanlış, Türk televizyon izleyicisi nerde” diye feryadı bastıkça o,
benim aklıma gelen o vakitler henüz hiç tanımadığım bir kızmış
meğerse. Gözlerinde parıldayan hüzünlü ifadesiyle insanlığa huzur
vermeye hazır gördükçe İclal Aydın’ı, benim aklıma gelen kafama içi
“başarı”yla doldurulmuş bir tabağı fırlatmak isteyen öfkesi
kabarmış bir kız oluyormuş. Ekranlardan yana yakıla “biz insanlar”a
bir şeyleri izah etmeye ve her şeye, ama her şeye rağmen mutlu
olmamız gerektiğini söylerken benim hissettiğim, masanın üzerine
bıçakları peş peşe saplayan kızın gazabından kurtulmak için
kapıldığım can havliymiş