Ahmet İnsel/Radikal
Demokratlığın pusulası şaştığında
Demokraside kanuni olanla demokrasi açısından meşru olan doğal
olarak eşleşmezler. Böyle olsaydı, örneğin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi gibi bir kuruma ve onun dayandığı Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi gibi temel referans metnine ihtiyaç olmazdı. Bu ihtiyaç
sadece demokrasilerin Nazizm, faşizm ve Stalinizm gibi totaliter
barbarlıklar karşısında eli kolu bağlı kalması nedeniyle ortaya
çıkmadı. Bu barbarlıklar seviyesinde olmasa da iki dünya savaşı
arasında demokrasileri teslim alan otoriter eğilimlere karşı bir
panzehir olarak tasarlandı. Muhalif olanın, aykırı olanın, azınlık
olanın şiddete, ırkçılığa, darbeciliğe bulaşmadıkça egemen siyasal
güç tarafından yargı veya kolluk güçleri yoluyla bertaraf
edilmemesinin güvencesi olarak kuruldu.
Bugün Ergenekon davasından yargılanan, adam öldüren veya öldürten,
suikast ve benzeri eylemler düzenleyen veya bunları özendiren,
yasanın kendisine verdiği silahlı güç kullanma yetkisini
yürürlükteki anayasal düzene bağlı hükümeti devirmeye teşebbüs için
kullanan kişiler esas olarak yargılanıyor. Kuşkusuz bunlar
yasaların öngördüğü ağır cezalara mahkûm edilmesi gereken suçlar.
Umarız önümüzdeki dönemde açılan ilk davalar zanlıların
suçlulukları somut olarak ispatlanarak, mahkûm olmalarıyla
sonuçlanır.
Suçun ispatı
Ama AİHS, bu davaların da adil yargılanmasını şart koşuyor. Örneğin
yalnız ceza davalarının değil, bütün davaların asli kuralı,
suçlayanın suçu ispat etmesi, suçun somut delillerini ortaya
koymasıdır. Basına yansıyan Şener ve Şık’la ilgili savcılık sorgu
tutanağında bu ilkeye riayet edildiğini söylemek mümkün mü?
Atfedilen suçun tam ne olduğu, maddi kanıtlarıyla belirtiliyor mu?
Tutukluluk halinin fiili cezaya dönüşmemesine ne ölçüde riayet
ediliyor?
Bütün bu soruları Ergenekon davalarının Türkiye’nin kirli
geçmişiyle hesaplaşması ve yeni bir demokratik cumhuriyetin
kurulması açısından olağanüstü önemi haiz bir dava olduğuna inanan
hukukçular dile getiriyor. Bu eleştirileri cemaat borazanı yayın
organları ve gazeteciler var güçleriyle itibarsızlaştırmaya
çalışıyor. Bu duruma elbette şaşırmıyoruz. Ama demokrasi ilkelerine
inancının ve demokrasi bilincinin eksik olduğundan şüphe
edemeyeceğimiz bazı arkadaşlarımızın, Şener ve Şık’ın Ergenekon’a
teyellendirilerek tutuklanmaları karşısında iğreti bir tavır
takınmaları düşündürücü. Savcının yapmadığı işi yapmaya, suçun
somut delillerini sergilemeye çalışanlar da var. Ama işlendiği
iddia edilen suç, silahla, bombayla, örgütlü şantajla, yönetime el
koymakla değil, kitap yazmakla alakalı olduğu için, birdenbire bu
kişiler zihniyet polisliği rejiminin savcı yardımcısına dönüşüyor.
İğreti demokrat duruşu bile korumakta zorlanıyorlar. Ulvi amaca
ulaşmak için kullanılan araçlar da ulvidir türünden bir tavrın
buzlu sularında kulaç atmaya başlıyorlar. Bunların tablonun
bütününü görmek için kaçınılmaz yol kazaları olarak abartılmamasını
tavsiye etmekle yetinmeyip, “O kitabı, o bölümü sen mi yazdın?”
sorusu etrafında ceza yasasında olmayan bir suç yaratıyorlar.
Bir kişinin karısının televizyonda eşinin kitap yazdığından
haberdar olmadığını söylemiş olmasını, o kitabın bütünü veya bir
kısmının başkası tarafından yazıldığını tahmin etmek için yeterli
bir delil olduğuna ikna olmamız isteniyor. Ardından özel yetkili
bir savcıya bunu kimin yazdığını soruşturma yetkisi de fütursuz
biçimde tanınıyor. Piyasada satılan, hakkında toplatma kararı bile
alınmamış bir kitabın bir bölümünü –velev ki öyle olsun- yazmış
olmak, nasıl özel yetkili ceza yargısının alanına giren bir suç
olur? Habercilik faaliyetinin normallik sınırını özel yetkili ceza
mahkemesinin belirlediği rejime hangi sıfat yaraşır? Ergenekon
konusunda farklı bir kanaatin oluşması için çaba göstermek cezai
anlamda bir suç mudur?
Bugün endişe edilmesi gereken yegâne olasılık Ergenekon davasının
çuvallaması değildir. İleride gerçek Ergenekon suçlularının
Yargıtay’da, AİHM’de açtıkları davaları kazanmasının koşullarını
Ergenekon savcılarının istemeden hazırlıyor olmalarından da bir o
kadar endişe etmemiz gerekmiyor mu?