AHMET ALTAN / TARAF
Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman ciddi ve gerçek bir devletimiz
olmadı ama dün yaşananlar kendi standartlarımıza göre bile bir
faciaydı. Savcı, MİT Başkanı'nı ifadeye çağırdı. Suçu, PKK ile
barış müzakereleri sürdürmek. Böylece yargı, devletin herhangi bir
şekilde PKK ile görüşmesini engellerken, savaşın da müzakereler
yoluyla sonuçlandırılmasının önünü uzunca bir zaman için kapatmış
oldu. Bundan sonra kim devlet adına PKK ile görüşebilir?
Tabii burada asıl hedef Başbakan Erdoğan olarak görülüyor çünkü MİT Başkanı'nı bu görüşmeler için görevlendiren o. Erdoğan, cesur ve doğru bir politik hamlesi nedeniyle bir anda yargının menziline alındı.
Hükümet de savcının girişimine karşılık derhal İstanbul Emniyeti'nin KCK operasyonlarını yöneten iki amirini görevden uzaklaştırdı. Birdenbire karşımıza polis-yargı işbirliğiyle, hükümet-MİT işbirliğinin çatışması olarak tercüme edilebilecek bir görüntü çıktı.
Hükümetin, derhal iki polis şefini görevden alması, bu
olaylardan polisi, en azından polisin bir bölümünü sorumlu
tuttuğunu ortaya koyuyor.
Uludere katliamının da "ordunun denetimsizliğini" ortaya
çıkardığını düşünürsek, bir tür "fetret devri" yaşadığımız, ordunun
ve polisin bir bölümünün hükümetin kontrolünden çıktığı
söylenebilir.
Buna bir de yargının durumunu ekleyin.
İstanbul'un başsavcısı ile vekili geceleyin, "savcının MİT
Başkanı'nı çağırdığını" yalanlıyor, ertesi sabah basın toplantısı
yapıp "savcının çağırdığını" açıklıyor.