DAYATMA HİZMETİ
Kopenhag kriterleri falan, hepsi bu dayatmanın hizmetindedir. Nitekim Türkiye AB aday üyeliğine kabul edilince, Alman hâkim güçlerinin Die Welt gazetesi, olayın esas anlamını şöyle saptamıştır: "Türkiye, AB aday üyeliğini kabul etmekle, evlatlarının canını büyük maceracı müttefik uğruna feda etmeye hazır olduğunu göstermiştir." (Die Welt, 18 Aralık 1999) Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkiye'nin Avrupa kapısında denetim altına alınması, ABD'nin politikasıdır.
Economist dergisi ise, Türkiye'nin aday üyeliğinin tarihsel süreç açısından ne anlama geldiğini açıkça belirlemiş, olayı "Kemalizmin sonu" başlığıyla duyurmuştur. AB aday üyeliği ile Kemalist Devrimi tamamlamak iki karşıt süreçtir.Herkesin önüne şu soruyu koyması gerekiyor: Mehmetçiği Batı'nın güvenliği için kriz bölgelerine süren bir rejim, demokratik olabilir mi?
Perinçek, Öcalan’la yaptığı söyleşileri 2000’e Doğru Dergisi’nde yayınlamıştı. Devlet Güvenlik Mahkemesi, söyleşilere yönelik açılan ceza davaları hakkında takipsizlik kararı vermişti. Ardından Türk Ordusu, Perinçek’in söyleşisini Doğu ve Güneydoğu’da helikopterlerle dağıtarak okunmasını sağlamıştı.
İkinci bir soru daha: IMF reçetesi gereği, köylüye destek akçalarını kaldırarak Türkiye tarımını çökerten ve özelleştirme yoluyla bir milyondan fazla işçiyi sokağa atacak ve SSK'ları tasfiye edecek bir rejim, büyük çoğunluğa şiddet uygulamak dışında bir tercih hakkına sahip midir?
İç piyasayı bile yabancı hipermarketlere teslim eden bir rejim, esnaf ve tüccarı tasfiye ederken, aynı zamanda onlara özgürlük verebilir mi?
"Kopenhag kriterleri" içinde, işçiye, köylüye, esnaf ve zenaatkâra, ulusal sanayici ve tüccara insaf yoktur.
Bunlar, ulusal devletin dayandığı sınıflardır. Avrupa Birliği sürecinde daha ağır baskılarla dayatılan program, özgürlüğü ezici çoğunluk için imkânsız hale getirmekte, halka şiddet uygulanmasını ise zorunlu kılmaktadır.
EN BÜYÜK YANILGI
Bu programın, "azınlık mezhep ve milliyetlere özgürlük" vaat etmesine kanmak, en büyük yanılgı olur; uygulandığı her yere, kanlı boğazlaşmalar getirdiği apaçık ortadadır. Kuzey Irak Kürtlerinin durumuna, Boşnakların şeriatçı bir rejim altına düşmesine, Çeçenlerin perişan haline ve Kosovalı Arnavutların ABD bayraklarıyla yürümelerine göz atmak, Batı'nın "insan hakları" programı hakkında yeterli fikir verir. Kaldı ki, olaya dünya ölçeğinde baktığımız zaman, milliyet ve mezhep çatışmaları, her yerde emperyalizmin ya- yılma politikasının aletidir.
Batı'nın küreselleşme programının halka maliyetinin çok ağır olduğunu görmekle birlikte, "nasıl olsa başarılı olacak, biz de bu projeyle bütünleşelim ve üstte kalanların yanında olalım" diye düşünüldüğü de oluyor. Bu, çok ama çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü Türkiye, kesinlikle Avrupa Birliği ile bütünleşmeyecek, yeni oluşan dünya dengelerinden yararlanarak bağımsız ulusal devletini koruyacak ve demokratik devrimini tamamlayacaktır. Bütün olgular bu yöndedir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmak bir yana, önümüzdeki üç-beş yıllık süreç içinde cephesini Batı'dan gelen baskılara dönmek zorunda kalacağı kesindir.
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
Hem ABD ve Avrupa, hem de Türkiye'nin Kemalist Devrim rotasındaki ulusal kuvvetleri, ülkemizin Avrupa Birliği'yle bütünleşmeyeceğini biliyorlar ve ona göre mevzileniyorlar. Bunu saptamak için, Avrupa Birliği'ne Aday Üyelik Protokolü'ne bakmak bile yeterlidir. Orada, taraflar arasında dört yıl içinde bir anlaşmaya varılmazsa, Kıbrıs ve Ege sorunlarının La Haye Adalet Divanı'nda çözüleceği yazılıyor. Eğer Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle bütünleşeceği varsayılsa idi, bu tür hükümlere gerek görülmeyecekti. Çünkü Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye, o zaman Avrupa Birliği içinde birleşecek ve aralarında ne Ege kıta sahanlığı sorunu, ne de Kıbrıs sorunu kalacaktı. Herkes bilmektedir ki, süreç bu yönde değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ı da içine alan Avrupa, Protokol'a bu hükümleri koyarak, aslında gelecekte kendisi ile Türkiye arasındaki sorunlarda, La Haye Adalet Divanı'nı yetkili kılarak bir mevzi kazanmayı planlamıştır. Kıbrıs ve Ege kıta sahanlığı, önümüzdeki dönem Türkiye ile Yunanistan arasındaki değil, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sınırı belirleyecek anlaşmazlık konularıdır.
ABD açısından ise, mesele, Doğu Akdeniz'e hükmetmek için Kıbrıs'ı sorunsuz bir üs haline getirmek ve ayrıca Türkiye'nin bütün çıkış yollarını denetim altında tutmaktır. Dahası ABD, Türkiye'yi Kıbrıs ve Ege üzerinden sıkıştırıp Kuzey Irak'ta teslim alma politikası izlemektedir.
Türkiye yöneticileri ise, ne yazık ki, ulusal devlet perspektifini yitirerek, böyle bir Protokol'a imza atmışlardır. Bir kısmı ise, Batı'yı bir süre daha oyalama ve zaman kazanma anlayışı içindedir.
Ancak bu sorunların La Haye Adalet Divanı'na gitmeden, yani dört yıl geçmeden, önümüzdeki kısa dönemde alevleneceği kesindir. Nitekim işte alevlenmeye başlamıştır bile. Önce İran'a düşmanlık kampanyası, arkasından Ege Ordusu'nu kaldırma önerileri ve hatta Türkiye'nin kıta sahanlığına ilişkin ihlalleri "savaş sebebi" saymaktan vazgeçmesi yolundaki görüşler, birbiri peşi sıra piyasaya sürülmüştür.