'SÖMÜRÜ ÇARKININ EN YOĞUN YAŞANDIĞI YER MEDYA'

Medyada uzunca bir aradan sonra sendikal örgütlenmeyi başaran Sabah ve ATV çalışanları iki aydan fazla bir süredir grevde. Medyanın görmezden geldiği bu grevi, sendika temsilcisi olduğu için Kasım 2008’de işten çıkartılan Nuh Köklü ile Açık Gazete'den Birsen Altıner konuştu.

Google Haberlere Abone ol
'SÖMÜRÜ ÇARKININ EN YOĞUN YAŞANDIĞI YER MEDYA'

Nuh Bey, öncelikle Sabah-ATV grevinin başarılı olmasının sektör adına önemli olduğu kanısında olduğumuzu söylemek isterim. Açık Gazete olarak biz grevci meslektaşlarımızı destekliyor ve bu grevin haber değeri olmasına rağmen görmezden gelenleri de kınadığımızı söyleyerek söze başlamak istiyorum. Basının sendikasızlaştırılmasından uzunca bir süre sonra ilk defa Sabah ve ATV çalışanları yeterli çoğunluğa ulaşarak, sendikal örgütlenmeyi başardılar ve 2007 nisan ayında Türk –İş’e bağlı Türkiye Gazeteciler Sendikasında çoğunluğu sağladılar. 2008’de toplu sözleşme hakkını elde eden çalışanlar sonunda çeşitli baskılara tehditlere maruz kaldı. Bu süreç nasıl başladı ve nasıl gelişti?

Öncelikle, Sabah-ATV grevinin medya sektöründeki önemine hatta sendikasızlaştırmayı bir politik hedef olarak gözetildiği bir politik ortamda bizimle röportaj yaptığınız için size teşekkür ederiz.



Aslında Sabah-ATV’de sendikalaşma çabalarının evveliyatı TMSF’nin kuruma el koyduğu tarihlerden öncesine dayanıyor. Sabah Gazetesi’nin o zamanki sahibi olan Dinç Bilgin’nin mallarına el konulması sırasında gazetede maaşlar konusunda sıkıntı yaşanıyordu ve bu yüzden de ilk örgütleme girişimlerini o döneme kadar götürebiliriz. Fakat asıl süreç TMSF’nin Turgay Ciner’in mallarına el koyduğu gün, Sabah-ATV çalışanları, aynı şeyleri bir kez daha yaşamamak için örgütlenme kararı almasıyla başladı. Önce ATV’de ardından da paralel olarak gazete ve dergi grubunda örgütlendik ve 2008 haziran ayında iki aylık kısa bir süre içinde 406 çalışanı örgütleyerek- ki bu çalışanların yüzde ellisinden fazlaydı- toplu sözleşme hakkı elde ettik.



Nelere maruz kaldınız? Mücadele nelere ve kimlere karşı veriliyor?



TMSF döneminde örgütlenme çalışması neredeyse açık bir şekilde gelişirken, çalışmaların hızlanması ve birkaç arkadaşımızın ön ayak olması nedeniyle deyim yerindeyse iş ciddiye bindiği an malum baskılar da başladı. O dönemde ATV’de çalışan Burak Ersemiz, Ozan Pezek ve Sabah çalışanı Cengiz Erdinç’in iş akitleri 8 Mayıs 2007’de feshedildi. Gerekçe; “yeni organizasyon oluşturulmasıydı” ama o arkadaşlarımızın örgütlenme çalışmasının içinde olduğu herkesçe biliniyordu. Maruz kaldığımız asıl baskı ise toplu sözleşme görüşmelerinin başladığı haziran 2008’le birlikte başladı. Önce eski 212 yeni 5893’nolu basın yasasıyla zaten doğal hakkımız olan sigorta durumumuz rüşvet olarak sunuldu. Ardından servis şefleri aracılığıyla çalışanlara sendikadan istifa edilmesi gerektiği aksi takdirde, maaş artımı, terfi konusunda sorun çıkarılacağı dahası sendikada kalmaya direnenlerin “kara liste” denilen ve ana medya organlarında iş bulmasını zorlaştıran “özel” uygulamaya tabi tutulacağı belirtildi. Çalık Holding’in yönetimindeki Sabah-ATV’de bir yandan toplu sözleşme görüşmeleri yapılırken, diğer yandan da çalışanların istifaya zorlanması çelişkiydi ve biz bunu defaaten belirtmemize rağmen işveren baskılarını arttırmaya devam etti. Bu süreçte Turkuvaz Dergi Grubu yönetici Levent Tayla, Sabah Gazetesi İnsan Kaynakları Müdürü Nurdan Acur, Endüstri İlişkileri sorumlusu Şefik Çalık-ki kendisi Legal Yayınlarından 2005 yılında çıkan sendikal haklar iş güvencesi hakkında İş Sözleşmesinin Feshi ve İş Güvencesi adlı bir kitabın da yazarıdır- tarafından yönlendirilen baskılar giderek dozajını arttırdı. 10 Ağustos 2008’de TGS İş Yeri Temsilcisi olmamın akabindeki üç ay sonunda benim de iş akitim feshedildi. Gerekçe, “performans düşüklüğüydü”. Toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması, işverenin yetki hakkında açtığı davalar Yargıtay’dan geri dönmesine rağmen 13 Şubat 2009’da grev kararı alındı ve 10 arkadaşımız greve çıktı.



Yaşadıklarınızın özeti bu ama size kimlerin karşı olduğu konusunda biraz daha ayrıntıya girmenizi istiyorum. Çünkü bu iş sadece Turkuvaz işverenini değil, bütün medyayı ilgilendiren bir konuydu.



Evet haklısınız. Aralarındaki farklılıklara rağmen diğer medya kuruluşları bu örgütlenmenin dağıtılması konusunda hemfikirdi. Bizzat hükümet Sabah-ATV’nin Çalık Holding’e satışı konusunda verdiği zımni desteği, grevi görmezden gelerek, hatta Başbakan Tayip Erdoğan’ın en yakınındakiler, örneğin damadı Serhat Çalık ve eski danışmanı Ahmet Tezcan bu baskının içinde yer alarak nerede durduklarını gösterdiler. Yine medya patronları yanı sıra onların gölgesinden ayrılmayan köşe yazarları da bizi görmezden geldi. Aslına bakarsanız tersini yapsalardı kendi doğalarını inkar etmiş olurlardı.



ATV ve sabah yöneticileri sendikadan istifa etmemeniz halinde sizi kara listeye alacağını ve hiçbir basın kuruluşunda çalışamayacağınızı size bildirdi. Bu üyelerinizi korkutmadı mı? Kaç kişi bu tehditler karşısında geri adım attı.



Başlangıçta 406 Sabah ve 110 ATV çalışanı sendikalıydı. Ağustos 2008’e gelindiği sırada bu sayı toplamda 100’e kadar indi. Bu hem baskının hem de çalışanların sindirildiğinin ifadesidir. İşin ilginç tarafı aynı tarihlerde Turkuvaz medya çalışanların 212’li sayısındaki artış da aşağı yukarı bu kadardır.



TGS (Türkiye Gazeteciler Sendikası) size yeterince sahip çıkıyor mu?



Biz başından beri TGS’ye ilişkin eleştirilerimizi ileterek sendikayla birlikte hareket etmeye karar aldık. Tam manasıyla sahip çıkılmadığı konusunda kişisel hatta bu kişisel eleştirilerimi destekleyecek argümanları da söyleyebilirim ama iş kolundaki yetki barajını aşan tek sendika olması ve de sendikalı olmanın biraz da sendikayı bizatihi “kendimiz” kılarak ilerlemekle mümkün olacağını düşündüğümden dolayı TGS tartışmasını bir kenara bırakmak istiyorum.



Peki ya TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti) soruna nasıl bakıyor?



Eski başkanlardan Nail Güreli’nin şık ve insani desteği, üyelerinin birçoğunun bizi desteklemesi hatta son olarak 12. Metin Göktepe ödülünün birisini de bize vermelerini düşündüğümde dahi TGC’nin olması gerektiği yerde olmadığı kanısındayım. TGC sorunun çözülmesi gerektiği, basında sendikalaşma hakkı konusunda bizimle hemfikir. Ama yine de diyerek basının en önemli örgütünün bir baskı aracı olması gerekmez miydi?



Sizi kimler destekledi, kimler görmezden geldi?



Greve çıktığımız tarihten sonra desteğin bu kadar büyük olacağını biz bile tahmin etmemiştik. Türk-İş, DİSK gibi konfederasyonlar, sendikalar, kitle örgütleri, öğrenciler, DESA, Meha, Sinter, Gürsaş, IBM gibi direnişte, grevde olanlar her zaman bizim yanımızdaydı. Cumartesi günü yaptığımız yürüyüşlere katılan medya çalışanları da vardı. Yaptıklarımızı sürekli haber haline getiren Evrensel, Birgün, Bianet, Açık radyo gibi yayın organları da vardı. Fakat Umur Talu’yu ve Radikal Gazetesi editörü Pınar Öğünç’ü saymazsanız “ana medyadan” destek gelmedi diyebilirim.



Meslektaşlarınızdan size destek var mı? Gizliden de olsa size destek gösterenler oldu mu?



Vicdani rahatsızlığın, kişisel olarak sizi destekliyorum ifadelerinin artık manasının olmadığını düşünüyorum. Pınar Öğünç’ün yazdığı yazının başlığı “patron değilsen nesin?”di. Evet, başta Turkuvaz çalışanları olmak üzere artık medyadaki arkadaşlara bunu sormanın zamanı.



Uluslararası destek alıyor musunuz?



İşin ilginç tarafı grevin ilk gününden beri Londra merkezli alternatif medya siteleri, Alman, Yunan, Hollandalı gazeteciler bizle temas kurdu. KKTC Gazeteciler Sendikası Başkanı Kemal Darbaz eylemimize katıldı. FIJ’le yazışmalar yapıldı. Kısacası etkili olmasa da dış desteğin içerdeki medyadan daha fazla olduğunu söyleyebilirim.



Siyasi partilerden size destek var mı? Örneğin CHP size sahip çıktı mı?



CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu defaaten ziyaret için çağırdığımız halde bizi ziyaret etmeyi yoğun seçim gündemini gerekçe göstererek kabul etmedi. DTP, ÖDP, TKP, EMEP gibi partiler ve Saadet Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Mehmet Bekaroğlu’nun kişisel ziyareti dışında partilerin desteği olmadı.



ÖDP’nin desteğini biliyorum ama destekleri ne boyutta onu tam bilemiyorum. Onlardan yeterli desteği görüyor musunuz?



ÖDP Milletvekili Ufuk Uras ve Genel Başkan Hayri Kozanoğlu grev yerini ziyaret etti. Bu destek güzeldi ama toplumsal mücadele içerisinde yer aldığı iddiasındaki bir partinin desteğinin ziyaret etme boyutundan fazla olması gerekmez mi? Destekten kastettiğim maddi yardım gibi şeyler değil; bugün yalnız medya da değil bütün alanlarda örgütlenilmesi gerektiğini, bağımsız gazeteciliğin, haber alma hakkının elzem olduğunu belirterek yürüyüşümüze devam ediyoruz. Siyasal bir partinin bu amaçları politik perspektifinin içine alarak çalışması gerekmez mi? Bizi ziyaret edenlere hep şunu söyledik; ziyaretiniz için teşekkürler ama lütfen kendiniz için de örgütlenin ve bu kez örgütlenerek çoğalalım.



İşverenden talepleriniz nelerdir?



Toplu sözleşme görüşmeleri Anadolu Ajansı’yla yapılan görüşme taslağı esas alınarak ilerledi. 57 madde içinde maaş artımı, ikramiye, çalışma saatleri gibi maddi beklentiler yanı sıra, mesleki deformasyonu gidermeyi hedefleyen talepler de vardı. Fakat çalışanların gizli talebi, belki de açığa çıkarılması gereken talebi editoryal bağımsızlıktı. Bundan kastımız, istediğimiz haberi istediğimiz gibi yapmak değil, haber yaparken haberci gibi davranılması gerektiğiydi.



Grev ne kadar daha sürecek?



Bugün grevin 60.günü. İşverenin gelin görüşelim demeyeceği çok açık. Bize karşı açtığı davalardan medet umarak grevin hukuki olarak bitirmeye çalışıyorlar ama açtıkları tüm davaları kaybettikleri halde hala yasal boşluk- aslında yasalar aracılığıyla bizi yıpratmaya çalışıyorlar- arıyorlar. Dolayısıyla grevin ne zaman biteceğini kestirmek zor. Bize sorarsanız gittiği yere kadar, yani artık medyada bir şeylerin örgütlenerek, hakkını arayarak değiştirilebileceğini gösterdiğimiz güne kadar grev devam edecek.



Medya patronları her zaman sendikal örgütlenmenin karşısında oldular. Özellikle Aydın Doğan’ın Hürriyeti alışıyla birlikte sendikal haklar yok edildi. Bu medyayı nasıl etkiledi? Sendikal hakları olmayan medya çalışanları bir anlamda patronun veya o günkü siyasal yapılanmanın karşısına çıkabilir mi?



Kesinlikle haklısınız. Aydın Doğan’nın Hürriyet Gazetesi’ni satın aldığı gün medyada sendika gibi bütün yapılanma değişti. Gazeteciliğin şirket çalışanına dönüştürüldüğü bir ortamda elbete sendikalaşma da etkilenecekti. Kimse sendikadan, örgütlenmeden bahsetmez oldu. Gazetecilik birkaç medya organına sıkıştıkça oralarda iş bulamayacağı kaygısında olanlar daha da sinikleşti. Bugün belki de sömürü çarklarının en yoğun olduğu yer medya şirketleri. Maaşların tam olarak alınmaması, sigorta, köle gibi görülen stajyerler mevzusu bu çarkın nasıl işlediğinin en açık göstergeleri. Biz greve çıkarak bunların değiştirilebileceğini göstermeye çalıştık, bir nevi vicdan hareketi haline geldik. Kişisel kanım ise şu şekilde; medyada çalışanlar gazeteciliği şirkette çalışmak olarak gördükçe, mesleki kariyerlerini o şirketlerle birlikte şekillendirdikçe bir değişim olması mümkün gözükmüyor. Niyetlerden, içinde bulunduğumuz hareketten bakarsanız umut var. Bu umutlu olma hali de zaten sorunuzun ikinci bölümünün cevabı. Gazeteciler yalnızca ne yaptıklarını, ne yapmaları gerektiğini bir saniye olsun düşünseler bugünkü medya ortamı kökünden değişir.



Medya çalışanlarının sendikalı olmadığı bir ülkede demokratikleşmekten söz edilebilir mi?



Kesinlikle hayır. Basit bir örnekle durumu izah edeyim. Bir Turkuvaz çalışanı Çalık Holding’in yatırım yaptığı alanlar hakkında yazı yazabilir mi? Daha açık bir örnek; 12. Metin Göktepe ödülü bize verilirken, kendi yazarı Umur Talu’nun ödül aldığını ama niçin aldığı ve daha başka kimlerin ödül aldığını yazamayan bir gazete ne kadar demokratikleşme hakkında söz alabilir ki!.. Bugün bir gazetenin çiçeği burnunda genel yayın yönetmeni grev pankartının önünde sigara içip grev pankartına bir an bile bakmıyorsa onun yönettiği gazetenin ne kadar demokrat olduğunu söyleyebiliriz ki.



Siz ilk işten çıkarılanlardan birisiniz? Yasal haklarınız için nelere başvurdunuz? İşe iade davası açtınız mı? Açtıysanız davanız ne aşamada? İşten çıkarılırken yasal haklarınızı alabildiniz mi?



Kasım 2008’de iş akitim feshedildi ve akabinde işe iade davası açtım. 9 Nisan 2009’da davam yerel mahkemede sonuçlandı. Karar; işe iade fakat sendikal nedenlerle iş akdinin feshedildiği iddiasının reddine şeklinde oldu. Bence bu karar eksik ve bunun için de Yargıtay’a temyize gideceğiz. İşten çıkarılırken üç yıllık tazminatımı aldım, şimdi mahkeme bana 4 maaş işe iade edilmezsem 4 maaş daha verilmesini karara bağladı ama bence asıl önemli olan gerçek atılma gerekçemin de kayıtlara geçmesi.



İşten çıkarılma gerekçesi olarak ne ileri sürdüler? Sizi hangi gerekçeyle işten attılar?



Puantaj denilen işe giriş saatlere uyulmaması, editoryal dikkatsizlik ve de belki de ender sayılabilecek bir gerekçe olarak, birikimini, çalışmalarına yansıtmamak. Garip olan 10 Ağustos 2008’de yani iş yeri temsilcisi olduktan bir gün sonra bunların farkına varılması. Daha da garibi ve bence medyanın ne hale geldiğini gösteren örnek; yazılarımın ilk çıkışlarının saklanması ve yaptığım editoryal hatanın bilerek düzeltilmemesi. Dahası mesai arkadaşlarımın karşıma işveren tarafından tanık olarak getirilmesi.



Ne kadar süredir işsizsiniz ve iş bulma girişimlerinizde ne gibi engellerle karşılaşıyorsunuz?



Beş aydır gazetelerde çalışmıyorum.,İşin ilginç tarafı iş bulmak için yarım ağızla Ciner Holding’in HaberTürk gazetesine başvurmak dışında bir girişimde bulunmadım ve de artık böyle bir gazetecilik de yapmak istemiyorum. Yani beni işe almayacakları konusunda iknayım. Açıkçası önümde Ahmet Şık örneği varken başvuru cesaretini gösteremedim.



Nuh Köklü kimdir



1968 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1994’te mezun oldu. Aynı yıl Express Dergisi’nde çalışarak gazetecilik yapmaya başladı. Nokta Dergisi, Hürriyet Dergi Grubu'nda İstanbul Life ve Tempo dergilerinde çalıştı. Bianet’te editörlük yaptı ve 2005 yılında Sabah Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Açık Radyo’da program yapma, Virgül, Radikal gibi mecralarda yazılar yazma dışında 1997 yılında Pınar Çekirge’yle birlikte “Profili Olmayan Kadın” adlı kitabı yazdı.


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin