REHA MUHTAR / VATAN
Yaşamından gizli kalmış bir bölüm...
Onu esasen “Taş” isimli köşesinde “solcu” yazılar yazdığı Akşam
gazetesi yıllarında değil, 1980’deki darbe yıllarında sevdim
ben...
12 Eylül olmuş, üzerimizden tanklar geçmişti... 21 yaşındaydım...
“Sol” dünyaların havasını suyunu koklamış, açık denizlerinde yelken yapmış, “bireysel özgürlüklere, hiçbir özgürlük tanınmayan kısıtlayıcı anlayışı, berduş ve bohem dünyamda, özgürlük duyguma ve gençliğimin içindeki fırtınalara denk gelmediğinden darbe öncesinde bir duvar çekmiştim, ihtilalci solla arama...”
12 Eylül darbesi geldiğinde, kendi kuşağını yitirmiş, kendisini ise yitirmemek için gazeteci olmaya, dünyayı yeniden anlamaya çalışan gençtim...
“Çetin Altan Milliyet’te” anonsu verildiğinde, çokça Fakir Baykut, Aziz Nesin, İlhami Soysal türü yazılar bekliyordum ondan...
***
Herkes öyle bekliyordu...
Oysa o öyle yazmadı...
Sürpriz bir şekilde geri dönmüştü...
Geri kalmışlığın nedenlerini, “köylü toplumların kültürel değer yargılarıyla” anlatıyordu...
“Köylere tenis kortu açıldığında Türkiye kalkınacaktır...” diyordu...
Kahvehaneler, kadınlı erkekli cafeler halini aldığında, restoranlar, kulüpler kadınlı erkekli danslı eğlenceler sunduklarında, kısaca “kadın erkek hayatının içine girdiğinde” yaşam renklenecek, Türkiye kanatlanacaktır...” şeklinde yazıyordu...
Yeni, eşit ve özgür bir dünya özlemini, silahların arasında ve namluların ucunda yitirmiş bir genç için, onun açtığı yeni pencere ilaç gibi gelmişti...
Her sabah saat 7.30’u zor eder, apartman görevlisinin kapıya gazeteyi bırakmasını dört gözle beklerdim...
Hiçbir şeye bakmadan onu okurdum...
Darbe günlerim Çetin Altan okumakla geçti benim...
“Kadınla gelen uygarlıklar...”
Kadınsız öksüz ve medeniyetsiz kalan topluluklar...
“Kuru kuruya vatan sevgisi mi, mesleğini iyi yapma sevdası mı?..”
***
Batı’da “düello” geleneği, bizde arkadan “pusu kurma”
yeteneği...
Köylülük ve çağdaşlık...
Yaşam gustosunu bilebilmek, sahip olmaktan varolmaya geçebilmek...
Köylerde çeşme muhabbetinden, tenis kortuna atlayacak bir medeniyet...
Ana avrat küfürleşmeden, silah atmadan, attığını vurmadan övünülen bir yiğitlik gösterisi yerine, kadınlı erkekli dans eden, vals yapabilen, keyif yaşayan bir insanlık gustosuna sahip olmak...
Ancak iyi ve kaliteli tüketebilirsen, iyi ve kaliteli şeyler ütereceğini kavrayabilmek...
Tüketmesini bilmek, tüketmesini bilirsen iyi şeyler üretebileceğini ve yaşam kaliteni artırabileceğini görmek...
***
12 Eylül darbesi Türkiye’ye ne getirmişti, neleri götürmüştü,
muhasebesini tarih tam yapacaktır...
Ama bana getirdiği, “yeni kıvırmaya başladığı gazetecilik mesleğini her şeyin üstünde tutan” meslek aşkının ve onu iyi yapma tutkusunun gerçek vatanseverlik olduğuna inanan, bir genci ortaya çıkarmasıdır...
Ne darbelciler, ne devrimciler, ne milliyetçiler ne de dinciler bunları söylememişlerdi bana...
Oportünistler, fırsatçıları, sahtekarlar ve riyakarları zaten dinlemezdim ben...
‘Sol’cu müktesebatım izin vermezdi buna...
23 yıl aktif habercilik hayatının “başarıyı kutsayan derin ideolojisini”, Çetin Altan’ın “Şeytanın Gör Dediği” köşesinden almıştım ben...
Annem bir gün “O deyimin aslı ‘Kör şeytanın gör dediği şeklindedir’ demişti...
Dün Milliyet’te Miraç Zeynep Özkartal’ın muhteşem Çetin Altan röportajını okuyunca bir flashback geldi gözlerimin önüne...
21 yaşındaki genç üniversite öğrencisi, yeni edinmekte olduğu bir düşünce sistemiyle hayata atılıyordu...
***
Onun için bu köşenin okuyucusu olan sizlere, derin bir gençlik
anımdan bugüne kalanları aktarmak istedim...
Dün Milliyet’te yer alan muhteşem Çetin Altan röportajını okurken, her şeye katılmayabilirsiniz...
Ama inkar edemeyeceğiniz bir şey var:
Söylenen her şey sıradışı...
Onun deyimiyle “Vasatlar cenneti”nde çok makbul olmayabilir...
Vasat olmayanlar farkı fark edecektirler...
***
“SPİRAL ÇIKTI, ERKEKLER KADINLARDAN GİTTİ...”
Çetin Altan’dan seçmeler:
“Anneler kocalarını sevmedikleri vakit çocuklarını da sevmezler, ama farkında değillerdir. Ben 8 yaşında Galatasaray’a bırakıldığım vakit ilk defa yalnızlığın ne olduğunu gördüm. Orada anneler gelip çocuklarına sarılırdı, bana kimsecikler gelmedi.”
Bunu annenizle hiç konuştunuz mu?
Konuştum, hem de 65 yaşındayken. “Beni hiç sevmedin mi?” dedim. “Sevmedim, ne yapayım?” dedi. Hastalanmış beni doğururken. Kimbilir, belki de kızgınlığından söyledi o sırada, niye sordum diye...
***
“Babalar işin bokunu çıkaran adamlardır. Baba sözü dinlense, ben
şimdi emekli bir büyükelçi olarak ‘Aziz hanımefendiciğim, bendeniz
şu tarihte Washington’dayken...’ diye hikayeler anlatıyordum
sana.”
***
“Hayatımda hiç dominant olmadım, uzaktan öyle gözüküyor yahu!.. İlk
arabamı aldığım adam ‘Peynir gibi adammışsın, herkes seni sert
zannediyor’ demişti. Kara mizahı vardır doğanın, Beethoven’in sağır
olması, filin düşmanının karınca olması gibi...”
***
“İnsanın niye tepesi atar? Bir nedeni vardır. Bir Hollandalı’nın
anasına sövdüğünde kızar mı, güler mi? Güler. Bizde niye olmuyor?
En uzun küfür Türkçe’dedir: ‘İki azı dişinin arasına salıncak
kurarak hunisiz ağzının tam ortasına sıçayım eşşoğlueşek,
pezevengin oğlu, puşt.’ Çok kısadır başka dillerdeki küfürler.
Çünkü düello yok bizde, pusu var.
Soru: Neden yok düello?
Aristokrasi yok, kadın yok, kimin için düello yapacaksın? Özür dilemeyi, teşekkür etmeyi biliyor mu? Adamın modeli toprak ağası. İnsanlar daima kendisini ezeni örnek alır. Köylü çocuklarının hepsi polis, jandarma olmak ister.”
***
Yazı, başkası için yazılmaz. Rilke ‘Genç Şaire Mektuplar’a şöyle
başlar: “Şair, ıssız bir adada kalmış olsa da, rüzgarın biraz sonra
sileceğini bilse dahi gene kumsaldaki kumlara mısralarını yazan
adamdır.” Başkası baksın diye gül çiçek açmaz. Sanat sanat için
değildir. Halk için de değildir. Anlayan içindir...
***
“Ben babamla ölüm yatağında barıştım, çünkü ‘Serseri oldu’ dedi
benim için. Bütün Türkiye ‘Hain main, viski içiyor, burjuva çocuğu’
dedi, sövülmedik tarafım kalmadı... Yüksek bürokrat aileden
geliyorum ben, o yüzden kızdılar bana. Ne istedin de vermedik sana,
Ruslar mı daha çok verdi?” dediler. Yahu sevdiğim işi yapmak
istiyorum ben. “Sen vatanını sev!” Hayır, ben yazıyı
seveceğim...
Soru: Size yapılanları affetiniz mi?..
Unuttum isimlerini. Vallahi unuttum. Hakimleri, savcıları unuttum. Yaşananlar da yazıldığı zaman zaten hapşırır gibi çıkar içinden. Yazdığın zaman içine çöreklenip bataklaşmaz...”
***
Sizinle hep kadınlar konuşulur. Ben genç kuşak erkekleri konuşmak
istiyorum. Benim kuşağımda sorun hep aynı; aniden yok olan
erkekler...
Erkek arkadaş bol, koca yok değil mi? Özetleyeyim sana. Çünkü doktorlar spirali icat etti, kadınlar sevişince gebe kalmıyorlar. Ayrıca erkeklerde kadın korkusu var.
Soru: Neden korkuyorlar kadınlardan?
1500 senedir sünnet ediliyor erkekler. Hepsi sağlam mı oldu? İnsanların rüyalarına etkisi vardır bunun...
Soru: Artık büyük aşklar yaşanamayacak mı?
Yaşanır. Yalnız aşkın da tarifini yapmak gerekir. Büyük aşk
demek, doğada libidonun en uygun olduğu kişiye rastlamış olmak
demektir. Doğanın bir isteğidir o...