PERİHAN MAĞDEN’E BİR TEŞEKKÜR

Medyatava yazarı Selda Uskan: "Hayatta bir kere bile karşı karşıya gelmediğim, üstelik yıllar önce Milliyet ‘Sarıkız’ köşemde kendisine sivri göndermeler yaptığım mahallemizin Perihan abla’sına teşekkür etmek boynumuza borç artık. Ben dahil bazı kadın köşe yazarlarına sahip çıktığı için."

Google Haberlere Abone ol
PERİHAN MAĞDEN’E BİR TEŞEKKÜR

Mağden köşesinde, gazetelerin erkek yöneticilerine soruyor; “Kadın yazarların neden bu kadar az?” Sahi arkadaşlar neden? 


  


              Bu vesile ile gazeteciliğe ilk başladığımda kaleme aldığım yazımdan alıntılarla devam ediyorum. İşte size çaylak bir köşeci kadının o günkü duyguları ve beklentileri… 


 


         “…Sarıkız’a başladığımda yazılarımın, her şeyi ile hayatı yansıtmasını amaçlamıştım. Tabii bir de okunur olmasını. Ahmet Atlan, "Yazdıklarımı birinin okuyacağını düşünürsem, hiçbir şey yazamam" der. Ben de tam tersi, ne anlatsam da cazip olsa diye düşünenlerdenim. Amatörlükten herhalde. Köşe yazılarını okurken, okuyucu olduğum günlerdeki gibi seçici değilim artık. Çamaşırdan, bulaşıktan vakit buldukça hepsini okuyorum. Altan ne derse desin -çoğumuzda - tuhaf bir telaş söz konusu. İlkokul talebelerinin, birbirinin üzerine tırmanıp, parmaklarını öğretmenlerinin gözüne sokarcasına, "Örtmenim örtmenim" diye bağırışmaları gibi bir telaş... Lafım kalemi sağlam Hasan Pulur’lara değil tabii, benim gibi çaylaklara. Bir de "Amatör ruhumu kaybetmek istemiyorum şekerim" diyen profesyonellere. Yazmaya, daha doğrusu anlatmaya başladığımda bazılarının beni yadırgadığını biliyorum. Öyle ya, kadın bir Mehmet Gül’ü yazıyor, dönüyor iblis koca Bahattin’in maceralarını anlatıyor. Köşede ihanetler, aşklar gırla. Şimdilerde yine bazılarının "Yıllar önceydi ben...." diye başlayan köşelerini okudukça hafiften sırıtıyorum. Okuyucunun, gerçek hayatı birinci ağızdan dinlemek istediğini onlar da anladılar sanırım. Bir de şu var: Sonuçta Perihan Mağden olamayacaksan, ha öyle ha böyle; ne farkeder ki?


            Ben ise şimdilik, "sadece gür bir sesle" ve içimden geldiği gibi yazmaya çalışıyorum. İşin şaşırtıcı yanı benim de durduk yerde yazar olmam. Bu aniden tezahür eden yeteneğimin nedenlerini tabii ki ben de araştırıyorum. Sezen Aksu taklidi yapan şarkıcı kızlar misali, benim de birilerini örnek almam çok mümkün. Ama yaşadığım ve okuyucu ile paylaştığım bu "özel hayat" kimin taklidi olabilir ki?
           Yeteneğime gelince, iki ihtimal üzerinde duruyorum. Biri genetik, diğeri ilişkiler. Acaba diyorum 15 yıl evli kaldığım eski koca gazeteci de, ben ondan mı kaptım bu beceriyi? Kayınpederim Adnan Benk anlatmıştı. Yıllar önce oğlu, Seyyal Taner’le flört ediyor. Mehmet Teoman, Nükhet Duru ile, arkadaşları Çetin Ener de Nil Burak’la. Bir gün bu "aşk çetesi" Adnan Abi’nin terasına içmeye gidiyorlar. Bütün bir gece sanat konuşuluyor. Bir ara rahmetli dayanamıyor "Yahu" diyor, "Bir şeyi anlamadım, hadi kızlar şarkıcı, bu işin içindeler, sizler nasıl oluyor da sanattan anlar oldunuz durup dururken?" Sonra devam ediyor, kendine çok yakışan uslubu ile, "Sakın şu sanat dediğiniz şey, çük yoluyla geçmesin insandan insana?" Dilerim aynı yolla yazar olmamışımdır.
          İkinci ve son ihtimal genetik. Annemden dayak yemeyi göze alıp anlatıyorum. Annem bir gün kızken, Cağaloğlu’nda yürüyormuş. Burasının Babiali olduğunu bilmeden tabii. Derken karşıdan gelen bir adamla çarpışmışlar. Sarışın kısa boylu adamın gözlüğü kaldırıma düşmüş, çarpışmanın şiddetiyle. Çerçeveyi almak için ikisi de aynı anda çömelmişler, bir sapından adam tutmuş diğer sapından annem, yavaşça doğrulmuşlar göz göze. 9 ay 10 gün sonra ben doğmuşum. İleride bir köşe yazarı olarak." A! Bu baba senaryosu hoşuma gitti. Bundan sonraki yazılarda bakalım gerçek babalarım kimler olacak? O günün psikolojisine göre değişecekler tabii. İyi kalpli bir günümde, güne besmeleyle başlamışsam Necmettin Erbakan bile olabilir. Ya da Hitler, son koca iblisi sabun yapmayı planladığım bir günde mesela... Haftaya marangozluk yeteneğimin kökenlerini araştırayım istiyorum. "Annem bir gün kızken, ormanda kayboluyor. ‘Neredeyim ay nasıl yolumu bulacağım?’ derken bir ağacın gölgesinde uyuyakalıyor. Bir ıslık sesiyle gözünü açıyor ki, ne görsün, kısa boylu sarışın bir adam odun toplamakta. 9 ay 10 gün sonra ben doğuyorum. İlerde bir dülger olarak."
           Not: Oduncu babamın ıslıkla ne çaldığına gelince, “Aman ormancı canım ormancı” değil tabii... Büyük ihtimal, "If I were a carpenter you a lady would you marry me, anyway......."


seldatosun@gmail.com

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin