OYA DOĞAN: BUGÜN DİZİ SEKTÖRÜNE DAİR AHKAM KESEBİLİYORSAM BUNU MEMET GÜLER’E BORÇLUYUM

MEDYATAVA RÖPORTAJ-Habertürk gazetesinde ‘dizi muhabirliği’ yapan Oya Doğan, Sayım Çınar’ın sorularını yanıtladı. 2 yıldır dizi setlerinden haberler çıkaran Doğan, siyaset bilimi okumasına rağmen neden ve nasıl gazeteciliğe başladığını, Memet Güler’in magazin servisinde çalışması için kendisini nasıl ikna ettiğini ve tabii son dönemin ses getiren dizileri hakkındaki düşüncelerini anlattı…

Google Haberlere Abone ol
OYA DOĞAN: BUGÜN DİZİ SEKTÖRÜNE DAİR AHKAM KESEBİLİYORSAM BUNU MEMET GÜLER’E BORÇLUYUM

Vatan eklerde yapmış olduğunuz söyleşilerden hatırlıyorum sizi. Peki, Habertürk magazin eklere nasıl geçtiniz?


Vatan’dan ayrıldıktan sonra 5. Dünya Su Forumu’nda medya danışmanlığı yaptım. Ardından da Pana Film’in çektiği ‘Muro’ filminin kamera arkasını çektim. Habertürk gazetesinin kurulduğu dönemlerdi. Bir gün telefonum çaldı ve magazin müdürümüz Memet Güler görüşmeye çağırdı. Açıkçası görüşmeye giderken “Ben magazin yapamam” diye düşünüyordum ve bunu oturur oturmaz Memet Güler’e söyledim. Ancak o bana başka bir teklif sundu. “Sen hem dizi sektörünün içinde yer aldın hem de dışında yıllarca buna şahitlik ettin. Ben bu gazetede dizi muhabirliği diye bir alan açıyorum. Şu anda Türkiye’de böyle bir dal yok. Bunu biz başlatacağız ve gelecekte ne kadar doğru bir alana parmak bastığımızı göreceksin” dedi. Heyecanlandım. Üstelik Memet Güler bir televizyon eleştirmeniydi. Geleceği gördü ve haklı çıktı. Zira, iki yıldır bu alanda çalışıyorum, setlere girip izlenim yazıları kaleme alıyorum. Sadece oyuncularla değil, ışıkçıyla, çaycıyla, senaristle, yönetmenle sektörü tartışıyorum. Bugün sektöre dair ahkâm kesebiliyorsam bunu Memet Güler’e borçluyum.


 


32. Gün ekibinde yer aldınız. Eski 32. Gün ekibi hakkında neler söyleyebilirsiniz?


Çocukken hepimizin dünyaya açılan penceresiydi 32. Gün. Mehmet Ali Birand, dünya liderlerini bir bir evimize ziyarete getiriyordu. Bir gün orada çalışacağımı hayal bile edemezdim. Gazeteci olmayı kafama koyduğum dönemlerde Birand’ın bir röportajını okumuştum. Muhabir ona “Dünya liderlerini sizinle röportaj yapmaya nasıl ikna ediyorsunuz?” diye sormuştu. Birand da, “Bugün herkes ne de olsa bize röportaj vermez diye başvuru bile yapmıyor. Ben sadece şansımı deniyorum. Onlar da teklifimi kabul ediyorlar” diye cevap vermişti. Bu cümle beni cesaretlendirdi ve ertesi gün 32. Gün ofisinden içeri girip “Ben burada staj yapmak istiyorum” dedim. Beş dakika sonra Rıdvan Akar’ın karşısında oturuyordum. “Rıdvan Bey” diye söze başladım. O da “Eğer bana ağabey diyeceksen, bu işi yapacak kadar istekliyim, bunu size kanıtlayacağım diyebiliyorsan yarın gel başla” dedi. Aylarca kaset deşifre ettim, arşivde çalıştım, röportaj koordinasyonu yaptım. Ama hiç söylenmedim, çünkü en iyi okullardan birinde olduğumu biliyordum. O dönem yayın koordinatörümüz Banu Acun’du. Üzerimde çok ciddi bir emeği var. Haber yazmayı, röportaj yapmayı, gazeteciliğin etiklerini ve çalışma arkadaşlarımın aslında ailem olduğunu ondan öğrendim. Bana hem ustalık hem de ablalık yaptı. Yönetmenlerimiz Murat Kahraman, Gönül Yurttaş ve Mehmet Polat haberi yazmayla kalmamam gerektiğini, görüntüsünü de tasarlamam gerektiğini öğretti. Bugün hepimiz başka yerlere savrulduk. Ama biliyorum biz kocaman bir aileyiz.


 


İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde siyaset bilimi okumuş olmanıza rağmen magazin muhabirliği yapıyorsunuz. İyi bir magazin muhabiri sizce nasıl olmalıdır?


Öncelikle gazeteciliğin en üst mertebesinin muhabirlik olduğunu kimsenin aklından çıkarmaması lazım. Daha önce haber merkezi tecrübesi yaşamış biri olarak şunu söyleyebilirim ki, magazin gazeteciliği diğer alanlara göre daha kolay ve eğlenceli görünmesine rağmen aslında en çetrefilli dal. Çoğunlukla elinizde belgeler olmadan haber yapıyorsunuz. Duyumlarınıza, haber kaynağınıza çok güvenmenize hatta haberinizin yüzde yüz doğru olduğunu bilmenize rağmen elinizde kanıt olmayabilir. Dolayısıyla yalanlanma şansınız çok yüksek. İşte orada sizin sakin olmanız lazım. Çünkü zaman sizin haklı olduğunuzu kanıtlıyor. İyi bir magazin muhabirinin öncelikle cesur olması ve ne yaptığını iyi bilmesi gerekiyor. Haber kaynaklarını iyi seçmesi ve bu ilişkinin karşılıklı güvene dayanması lazım. Bir de bu işte en önemli noktalardan biri ne kadar kişi tanıdığınızdır. Kısa sürede çevrenizi genişletmeli, magazinin yanı sıra siyaseti, sporu, sanatı, edebiyatı ve dünyayı da takip etmelisiniz. Çünkü o zaman haberinizde başka bir bakış açısı ortaya koyup fark yaratırsınız.


 


Son yıllarda ciddi anlamda yerli dizi bolluğu yaşıyoruz. Bu dizileri daha çok kimler izliyor?


Türkiye’de yerli dizi bolluğu yaşanıyor, çünkü televizyon yayıncılığı sadece dizilerden oluşuyor. İki yıldır dizi muhabirliği yapan biri olarak ahkâm kesmek istemem ama bence bugün bu dizileri Türk toplumunun yüzde 90’ı izliyor. Açıkçası “Ben dizi izlemiyorum” diyen kişilere de inanmıyorum. Herkes mutlaka kendisine hitap eden bir diziyi seçiyor. Kısacası, mühendisten doktora, çöpçüsünden ev hanımına, gazetecisinden öğrencisine herkesin izlediği en az bir dizisi var ekranlarda. Ama ben kimlerin izlediğinden çok neden izlediğimiz sorusuyla ilgileniyorum. Neden kendimizi eve kapatıp, ailemizle, komşumuzla sohbet etmek yerine kendimizi bir ekrana mahkûm ediyoruz? Çünkü sosyo-ekonomik koşullarımız bizi buna zorluyor. Toplumun büyük bir kısmı ay sonunu zor getirirken, tiyatroya, yemeğe, eğlenmeye gitmek lükse kaçıyor. Hal böyle olunca, size tüm günün yorgunluğunu atacak tek bir eğlence yolu kalıyor; televizyon. Yani dizi izlemek. Ayrıca günümüzün popüler davranış biçimi bireysellik. Artık insanla sosyalleşmek yerine bir dizideki kahramanlarla sosyalleşmek daha cazip. Bu da bizi ekranın yarattığı fantezi dünyasına itiyor. Herkesin hırsları, özlemleri var. Aşk, entrika, intikam, töre, zenginlik ve polisiyelerle dolu ekran da bu isteklere cevap veriyor. Bir süre sonra o dünyanın içine biz de giriyoruz. Gecekonduda yaşayan bir kadın o zengin konaklarda yaşamayı hayal ederken, aradığı aşkı bir türlü bulamamış eğitimli bir kadın da ertesi gün “Ezel’in Eyşan’ı sevdiği gibi biri de beni sevse” diyerek hayal kuruyor. Her şey o kadar sanal ki, bazen hepimizin Truman Show’da olduğunu düşünüyorum.


 


Diziler tutunca hemen uzatılmaya başlıyor. İnsana hayatı zindan eden dizilerin bu kadar tartışılması çok korkunç değil mi?


Son yıllarda dizi uzatma meselesine verebileceğimiz en iyi örnek ‘Yaprak Dökümü’dür. İki sezonluk bir dizi olarak başladı ve her sezon final yapacağı söylendi ama 4.5 sezon devam etti. Tabir-i caizse lastik gibi uzadı. Tekin Ailesi’nin başına gelmeyen kalmadı. ‘Yaprak Dökümü’ adeta bir nesil büyüttü. 10 yaşındaki yeğenim bugün 15 yaşında kocaman bir delikanlı oldu. İnsanların bu diziyi izlemesinin nedeni de bence emekti. Düşünün üç sezon boyunca her çarşamba saat 20:00’de ekran karşısına oturdular ve sonunu görmek istediler. Sonra dizi uzatıldı. Onlar da “Bu kadar yıl izledim, bari sonunu göreyim” diye dizinin arkasından geldiler. Çünkü ortada izleyicinin bir emeği vardı. Onun karşılığı da finali görmekti. Açıkçası ben ‘Yaprak Dökümü’ final yaptığında “Oh be” dedim. Dizileri tartışmamız konusuna gelince, günde en az iki saati dizi karşısında geçirip, insanlarla sosyalleşme, toplumu bilinçlendirme aracınız dizi olunca onu tartışmaktan başka bir şansınız olmuyor. Bir gün takside radyo açıktı ve program yapımcısı dinleyiciye şöyle bir soru sordu: “Hatırla Sevgili dizisinde hangi siyasi karakter canlandırılmaktadır?” Dinleyici “Deniz Gezmiş, Hatırla Sevgili’den öğrendim. Şimdi onun hakkında yazılan kitapları okuyorum” dedi. O gün aslında eleştirdiğimiz dizilerin bize katkıları da olduğunu düşünmeye başladım. Bir yandan da ürktüm. Toplumu eğitmenin aracı diziler ise “Vay halimize” dedim.


 


Show TV'nin tartışmalar yaratan yeni dizisi ‘Muhteşem Yüzyıl’ hakkında siz neler düşünüyorsunuz?


Bir haftadır şaşkınlık içerisinde yaşananları izliyorum. Neden kendimize tabular yarattığımızı anlamaya çalışıyorum. Ne kadar ikiyüzlü bir toplum olduğumuza bir kez daha şahit oluyorum. Bir bardak suda fırtınalar koparmamızı yorumlayamıyorum. ‘Muhteşem Yüzyıl’ bir dizi, belgesel değil. Zaten dizi başlarken “Tarihi kişilerden esinlenerek yazılmış bir kurgudur” diye yazıyor. Senarist Meral Okay, üç yıldır bu proje üzerinde çalışıyor. Senaryoyu yazarken de tarihçilerden yardım alıyor. Daha dizi yayınlanmadan RTÜK’ün en çok şikâyet alan dizisi olarak gündeme geliyor. Dizinin yayınlanmasının ardından başka bir kıyamet kopuyor. Show TV’nin önünde bazı insanlar eylem yapıyor. RTÜK, diziye uyarı cezası veriyor. Meral Okay adına internette vatan haini diye gruplar kuruluyor. Senarist hedef gösteriliyor. Dizi yayından kaldırılsın isteniyor. Türkiye’nin siyasi gündem yazarları köşelerinde sadece diziyi yazarken, haber programlarında da sadece ‘Muhteşem Yüzyıl’ tartışılıyor. Hepsini alt alta yazınca size de garip gelmiyor mu? Bizim Türkiye’de tartışacak başka bir konumuz yok mu? Açıkçası ben diziyi beğendim. Türkiye’de tarihi popülerleştirmek istiyorsanız içine aşk koymak zorundasınız. Yoksa o diziyi kimseye izletemezsiniz. Meral Okay, bugüne kadar ‘Asmalı Konak’, ‘Bir Bulut Olsam’ gibi reyting rekorları kıran dizilerin senaristi. Bir diziyi tutturma matematiğini hepimizden iyi biliyor. Üstelik insanlar bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyorlar. İzlemeden olay çıkarıyorlar. İlk bölümde harem hayatına dair olayları izledik ama birkaç bölüm sonra savaşları da izleyeceğiz. Bence herkes önce sakin olsun. Ben bu dizinin önümüzdeki günlerde ‘Hürrem Sultan’ kitabını da en çok satanlar listesinde zirveye çıkaracağını düşünüyorum. Osmanlı tarihini tekrar okumamızı sağlayacak. Bir de çok merak ettiğim bir şey var. 2003 yılında Star TV’de ‘Hürrem Sultan’ dizisi yayınlandı. Hürrem’i Gülben Ergen, Kanuni Sultan Süleyman’ı Ali Sürmeli oynadı. O zaman neden kimse sesini çıkarmadı?


 


Televizyona uyarlanan edebiyat uyarlamalarından hangisini beğeniyorsunuz?


‘Aşk-ı Memnu’ çok başarılı bir projeydi. ‘Yaprak Dökümü’ bu kadar uzamasaydı başarılı olabilirdi. Fatmagül’ün Suçu Ne’nin hikâyesi tıkandı. Ama bugün en çok beğendim uyarlama ‘Behzat Ç.: Bir Ankara Polisiyesi’. Emrah Serbes’in aynı adlı kitabından birebir uyarlanmış. Çok cesur bir proje olduğunu düşünüyorum. Ekranlarda güzellik, zenginlik kriterleri hâkimken, çirkin bir baş komiser Behzat Ç. Yardımcıları Hayalet, Akbaba ve Harun’la adeta ekranın güzellik klişesine kafa tutuyorlar. Küfür ediyorlar, adam dövüyorlar, bira içiyorlar, gecekonduda yaşıyorlar. Yani gerçekler. Gerçeklik duygusu da izleyiciyi çekiyor.


 


‘Kurtlar Vadisi’ne olan yoğun ilgi devam ediyor. Yakında ‘Kurtlar Vadisi Filistin’ de gösterime giriyor. Bu film nasıl tepkilere yol açabilir?


‘Kurtlar Vadisi’ sevelim ya da sevmeyelim çok başarılı bir proje. Sekiz yıldır izleniyor ve reytinglerde zirveden hiç düşmüyor. Sinema ve televizyon bizlere fantezi dünyasını sunuyor. Önemli olan orada yaşananların sadece kurgu olduğunu kabul etmek. Şimdi ‘Kurtlar Vadisi Filistin’ filmi geliyor. Adım kadar eminim yine kıyametler kopacak. Milliyetçi kesim filmi ayakta alkışlarken, eleştirmenler gerçekçilikten uzak bulacak. Filmin sadece fragmanlarını izledim. Polat Alemdar karakteri İsrail askerine “Ben Filistin’e geldim” diyor. Bunu gerçekliğe vurduğumuzda Polat, Memati ve Abdülhey’in elini kolunu sallayarak oraya girmesi mümkün mü? Hayır. Ben bu tip filmleri propaganda filmi olarak yorumluyorum. Soğuk Savaş döneminde ‘Rambo’ filmleri çekildi. ‘Rambo’nun dövüştüğü Rus kişi hep çok çirkindi. Kazanan hep ‘Rambo’ oluyordu. Böylece toplumun bilinçaltına Amerika’nın yenilmezliği empoze ediliyordu. ‘Kurtlar Vadisi Irak’ta kazanan Türklerdi. Filistin’de de Polat ve arkadaşları İsrail’e kafa tutup, İsrail’in zulmünü gözler önüne serecek. Bu da İsrail’le Türkiye arasında küçük çaplı bir diplomatik krize neden olacak.


 


Sizce bir magazin gazetecisine başarı getiren en önemli kaynak nedir?


İyi bir ekiple çalışmak, arkasında kendisine güvenen bir müdür olması, sağlam bir telefon defteri, güvene dayalı kurulan sıkı ilişkiler, yalan haber yapmamak, yaptığı habere muhatap kişiyi arayıp görüş almak ve habere, röportaja dersini çalışarak gitmek.


 


Magazinle siyaset arasındaki ilişki konusunda ne düşünüyorsunuz?


Magazinle siyaset arasında aşk nefret ilişkisi yaşandığını düşünüyorum. Bugün bir siyasetçinin karısını aldattığına da şahit oluyoruz, bir türkücünün siyasete atılmasına da… Milletvekillerinin en yakın arkadaşları da magazin ünlüleri değil mi? Siyaset yazarları magazin yazıyor, magazin yazarları siyaset. Magazinci için siyaset yazmak sınıf atlamakken, siyaset yazarı için magazine dair konuşmak her şeyi takip ediyorum demek. Birbirilerinden de farkları kalmadı. Sadece magazin için ek çıkarken, siyaset ana gazetenin sayfalarında yer alıyor.


 


Herkesin hayatında bir dönüm noktası vardır. Sizin dönüm noktanız?


Aslında iki dönüm noktam var. Birincisi 32. Gün’e girmem, ikincisi de HT Magazin’de çalışmam. İkisi de bana kendimi ifade edecek alanlar açtı. Birincisinde televizyonculuğu öğrendim. İkincisinde de dizi alanında uzmanlaşmaya başladım.


 


Başka meslekten arkadaşların seni gördüğünde 'Eee son dedikodular nedir?” diye soruyorlar mı?


Gerçekten en ciddi sorunlarımdan biri de bu Sayım. Hemen “Nurgül’le Cem boşanmış neden?”, “Beren Saat gerçekte nasıl biri” gibi sorular başlıyor. Magazin alanına geçtikten sonra çok ciddi bir gözlemim var. Bu ülkede magazin okumuyorum diyen herkes koca bir yalancıdır. Kısa bir süre önce bankacı, bilişimci, yoga eğitmeni, haber müdürü, yazar ve işadamlarının olduğu bir aile yemeğinde herkes çok ciddi konuşurken içeri girdim. Ben girdikten sonra gecenin sonuna kadar magazin sorularıyla karşı karşıya kaldım. Magazinden kaçış yok, onu bir kere daha anladım.


 


Röportaj yaptığınız kişileri neye göre seçiyorsunuz?


Röportaj yapmak bu ülkede çok kolay bir şey olarak algılanıyor. Eline birkaç soru alıp röportaja gidip dönmeyi herkes başarır. Önemli olan elindeki soruları bir kenara atıp karşındakinin anlattıklarından başka bir yolculuğa çıkabilmektir. Zaten güzel röportajlar öyle ortaya çıkar. Ben herkese açık olan bir gazetede çalışmanın tüm avantajlarından yararlanıyorum. Ben hangi kanalda yayınlanırsa yayınlansın istediğim dizinin oyuncusuyla röportaj yapabiliyorum. Bu gerçekten çok büyük bir özgürlük. Röportaj yapacağım kişileri seçerken de iki kriterim var. Birincisi, bugün herkesin konuştuğu kişileri ajandama alıyorum. Yayın koordinatörümüz Kadir Kaymakçı, “Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ama magazinin başbakanı da bugün Beren Saat” der. Beren Saat, Tuba Büyüküstün, Kenan İmirzalıoğlu gibi isimler okuyucunun merak ettiği kişiler. Onlar her zaman gündemimde oluyor. İkinci kriterim ise hikâyesi olan oyuncular. Mesela şimdi ‘Adını Feriha Koydum’ dizisinde oynayan Melih Selçuk, daha önce ‘Süt’ filminde de oynadı ve ödüller aldı. Bugün ana dili gibi İngilizce ve Türkçe konuşuyor ama onun ana dili Kürtçe. Mardinli, 10 çocuklu bir ailenin en küçüğü. Müthiş bir hikâyesi var. Türkiye’de çok fazla iyi oyuncu var ama popüler olmadıkları için kimse onlarla röportaj yapmıyor. Biz popüler insanları sayfamıza taşırken, hikâyeleri kuvvetli oyunculara da şans tanıyoruz.


 


Magazin gazetecilerinin yaşam tarzıyla magazin ünlülerinin yaşam tarzı arasındaki çizginin inceldiği ve kalınlaştığı noktaları anlatabilir misiniz?


Magazin gazetecileri herkesin ekranda izlediği, ulaşılması zor kişilere bir telefon kadar yakındır. İstedikleri an onlara ulaşıp, buluşabilirler. Hatta çoğuyla arkadaş olurlar. Gazeteci arkadaşına destek olur, ünlü kişi de gazeteciyle özel işlerini paylaşır. Bu çizginin inceldiği yer. Yalnız magazin ünlüsü başarılı oldukça kabuğuna çekilir. Hayatını deşifre etmek istememeye başlar. Böylece ilişkiler kalınlaşmaya başlar. Ancak gazetecinin ve magazin ünlüsünün ortak noktaları egolarıdır. İkisi de işinde star olmak ister. Kurdukları ilişkide de önemli olan incelen ve kalınlaşan çizgiyi dengede tutabilmektir.


 


Gazeteci 24 saat gazeteci midir?


Gazeteci olmak her zaman radarınızın açık olması anlamına gelir. Yani bayram, izin günü, yılbaşı gibi özel günlerde bizler hep çalışırız. Bir yere eğlenmeye gitsek, sokakta yürüsek, plajda güneşlensek, bir film izlesek bile kafamız hep bir haber çıkar mı diye çalışır. O nedenle benim iş dışında bir hayatım olduğunu söyleyemem. Üstelik Digitürk Dergisi’nin görsel yönetmeni Serdar Şengüler’le evliyim. Evde iki gazeteci bir araya gelince muhabbetimiz de sektöre dair oluyor.


 


Ayşe Özyılmazel geçtiğimiz günlerde yazdığı bir yazıda “Evlilik programlarına alternatif olarak birileri çıkıp ekranda boşanma programı yapsın” diyor. Esra Erol, Zuhal Topal, Songül Karlı evlilik programları sunuyorlar. Sizce bu programları neden izliyoruz?


Boşanma formatlı programın tutacağını zannetmiyorum. Bu ülkede doğan her kişi bir gün evlenmeye formatlı yaşar. Yani her canlı bir gün evliliği tadacaktır. Doğarsın, okursun, büyürsün ve kaçınılmaz soru gelir: “Evlilik ne zaman?” Son yıllarda herkesin evlilikle derdi var. Kadınlar evlenecek adam, erkekler evlenecek kadın bulamamaktan şikâyetçi. Bu da evlilik programlarına ilgiyi artırıyor. Bu programlar günde 5 saat yayınlanıyor. Herkes çıkıp açık açık evlilikten maddi ve manevi beklentilerini dile getiriyor. Ben şaşkınlık içerisinde izliyorum. Zira evinde babasına, annesine, çocuğuna derdini anlatmayan insanlar ekrana çıkıp en mahrem şeylerini konuşuyor. Bu konsepti radyocu Ebru Sulukahya başlattı. Ardından da televizyona sıçradı. Ebru Akel yıllarca bu evlilik programlarını sundu. Onları Esra Erol, Zuhal Topal ve Songül Karlı takip etti. Bu programları izleyici birilerinin özel hayatını gözetlemeyi sevdiği için izliyor. Yani magazini seviyoruz. Yarışmacılar programa ünlü olup, yırtmak için katılıyor. Çünkü televizyonda görünmeyi sınıf atlamak olarak yorumluyorlar. Sunuculara düşen tanım da maalesef modern zaman çöpçatanları oluyor.


 


 


SAYIM ÇINAR


sayimc@superonline.com

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin