MUTFAKTAKİ TUVALET YA DA KÖŞE YAZARLIĞI

Medyatava köşe yazarlığı tartışmasını büyütüyor. Mustafa Dağıstanlı'nın köşe yazarlarına ilişkin yazısına Ahmet kekeç'ten yanıt gelmişti. Bu kez de Dağıstanlı'dan yanıt geldi.

Google Haberlere Abone ol
MUTFAKTAKİ TUVALET YA DA KÖŞE YAZARLIĞI

 


Mutfaktaki tuvalet ya da köşe yazarlığı


 


Mustafa Alp Dağıstanlı


malpda@yahoo.com


 


Köşe yazarlığı tartışmasını bir halat çekme yarışmasına çevirmek istemiyorum, ama Ahmet Kekeç’in Yeni Şafak'taki yazısına karşılık birkaç şey demek istiyorum.


Benim yazımı okuyan okumuştur ve ne demek istediğimi anlamıştır, ama Ahmet Kekeç’in anlamadığını veya anlamak istemediğini veya benim iyi anlatamadığımı düşündüğüm birkaç noktaya geri dönmek istiyorum.


Amacım, bir mutfak tartışması açmak veya yürütmek değildi aslında; şimdi de değil. Ama mutfak tartışmaları da gereklidir, hatta çok gereklidir. Türkiye’de gazeteciler, mesleklerini kamuoyu önünde tartışmaz, halbuki tartışmaları gerekir. Çünkü bu mesleğin nasıl yapıldığı, sorunları, tartışmaları, toplumun tamamını ilgilendirir. Anlatmaya çalıştığım şeyler, gazeteciliğin alfabesidir. Yani hammaddeyi mamul madde haline getirme sürecidir. Bunların bazıları “teknik” konular olabilir, ama gazeteci olmayanların da anlayabileceği şeylerdir. Ayrıca, işaret etmeye çalıştığım sorunlar, Türkiye’deki gazeteciliğin sorunlarına da dikkat çekiyor. Köşe yazarlığı müessesesi de bunun göstergelerinden biridir.


Kekeç, benim dikkat çektiğim konuları birkaç alelade klişeye indirgemeyi tercih etmiş. Bunlardan biri, “departmana riayet”. Ben, bu noktaya indirgenebilecek bir şey söylemiyorum. Tabii ki, sadece “departmana riayet” etmekle sorunlar çözülmez. Ama bir gazete, örgütlenmiş bir yapıdır ve bu yapı iyi kurulur ve iyi işlerse ve ehil insanlar tarafından işletilirse iyi bir gazete ortaya çıkabilir. Okurun beklediği de budur.


Kekeç’in “departmana riayet” olarak basitleştirmeye yeltendiği sorun, Türk gazeteciliğindeki editör sorunudur aslında; buna dikkat çekmeye çalışmıştım ben. Yazılar iyi bir editörün elinden geçmeyince, Türkiye’deki gibi çerçöple, cehalet örnekleriyle, pespayeliklerle, yanlışlarla doluyor gazeteler. Yani “departmana riayet” olarak küçümsenen şey, gazeteciliğin A’sıdır.


Bina yapmak için mühendis neden gerekliyse, gazete yapmak için de editör onun için gereklidir. Tabii ki, evin içini istediğiniz gibi donatabilirsiniz, ama keyfiniz istedi diye kolonları kesmezsiniz, değil mi? Hoş Türkiye’de bu da yapıldı ve sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Bir de tabii, kötü ve sahtekar mühendisin yaptığı binalar var; aynı, kötü ve sahtekar gazetecilerin yaptığı gazeteler gibi. Bir de şuna dikkat çekeyim: evinizi istediğiniz gibi donatma, düzenleme özgürlüğünüz var diye, mesela tavelete yemek masası koymazsınız, değil mi? Belki siz koyarsınız, ama yemeğe kimse gelmez size.


Türkiye’de gazetecilik o kadar ölmüştür ve o kadar gereksiz sayılmaktadır ki, ilk kurban editörlük olmuştur. Onun için, benim söylediğim şeyden Kekeç’in anladığı “departmana riayet”, hiçbir şey değiştirmezdi.


Bir örnek vereyim: İki sene kadar önce Hürriyet’in spor yorumcusu Erman Toroğlu, spor sayfalarında Irak savaşını savunan ve Amerikan askerlerine izin veren tezkerenin Meclis’ten geçmemesini lanetleyen bir yazı yazmıştı. O yazmıştı, ama gazete de yayınlamıştı. Acaba dış haber editöründen geçseydi o yazı yayınlanır mıydı, diye merak ediyorum diyeceğim, ama diyemiyorum, gazetelerin dış haber sayfalarında da öyle yazılar çıktı ki...


Kekeç benim yazım için diyor ki, “Biraz daha ileri gitse ‘haberden kaçış’ın sorumluluğunu köşe yazarlarına yükleyecek”.


Biraz daha ileri gitmediğime göre neden bunu söylüyor, anlamadım. Söylemediğim bir şeyi söylemişim intibaı yaratarak, okuduğu metne zaaf yakıştırmaya çalışıyor. Ben böyle bir şey söylemiyorum. Ben sadece, haberden kaçışın doğurduğu boşluğun ıvır zıvır köşe yazılarıyla doldurulduğunu söylüyorum. Bu, gazeteleri yönetenlerin, gazete sahiplerinin istekleri ve çıkarları gereğince, tercih ettiği ve çizdiği bir yol.


Haberden kaçışın sebebi ne peki? Kekeç diyor ki, “Ben Dağıstanlı'nın yerinde olsam, haberden kaçışın nedenini, gazetecilerin (buna kendisi de dahil) ‘otorite’yle kurdukları ilişkide arardım. Bu ilişkinin pek sağlıklı olmadığını en son 28 Şubat sürecinde tecrübe ettik”.


Doğru. Daha doğrusu, gazetecilerin değil, gazetelerin, medyanın otoriteyle kurduğu ilişki. Medyanın otoriteyle kurduğu ilişkinin aynısını gazeteciler de kendi kurumlarıyla kuruyor. (Bu konu ayrı bir yazıyı hakediyor aslında ve tabii, Türkiye’nin siyasi kültüründen ve siyasi yapısından ayrı ele alınamayacak bir ilişki bu. Bu paranteze bir şey daha sıkıştırayım: Kekeç beni de dahil ediyor otoriteyle gazetecilerin kurduğu ilişkiye. Kendisine zahmet olacak ama bir de otoriteyle kurduğum ilişkiyi soruşturabilir sağda solda; bakalım nasıl bir sonuç elde edecek?)


Dediğim gibi, Ahmet Kekeç’in “mutfak tartışması” diye küçümsediği konu, aslında, son derece önemlidir ve bütün toplumu ilgilendirir. Bu yüzden de kişisel bir mesele değildir; yani Kekeç’in veya bir başkasının söyleyecekleri beni üzmez. Hepimizi ilgilendiren önemli bir konuyu tartışıyoruz. Kafalarımızın netleşmesine, daha önce üzerinde pek durmadığımız sorunlara dikkat çekilmesine, bilmediklerimizi öğrenmemize vesile olsun diye. Karakterlerimizi yarıştırmıyoruz yani. Ama tabii, yaptığı başka yazdığı başka durumunda olmamak önemlidir.


Dolayısıyla, maksadım bağcıları dövmek değil —dayağı haketmiş olsalar bile. Bağcılar üzüm üretmeye çalışmıyor; mevcut asmaların da kökünü kurutuyorlar. Maksadımız, bağcıların, yani gazetecilerin, dürüst gazetecilik yapmasını, doğru haber ve doyurucu yorum vermesini, adam gibi gazete çıkarmasını sağlamak. Bu, sadece mutfakta çalışanlar için değil, herkes için önemlidir. Türkiye’yi büyük (veya bölgesel) güç yapma iddiasında olan hükümetler ve tabii ki AKP hükümeti için de önemlidir. Ama onlar da, önceki hükümetler gibi, Ahmet Kekeç’in 28 Şubat süreci örneğini vererek dikkat çektiği ilişki biçimini sürdürmeyi tercih ediyor. Yani, Kekeç’in dediği gibi, “en son 28 Şubat sürecinde tecrübe” etmedik, hergün tecrübe ediyoruz ve AKP iktidarı döneminde de daniskasını tecrübe etmekteyiz. Bugünlerini kurtarma hevesiyle herkesi susturmak için sürdürüyor herkes bu ilişkiyi. Halbuki, gazeteciliğin kaybı, herkesin ve geleceğimizin kaybı demektir. Bu kaybı samimi olarak önemseyen var mı? Ancak samimiler tartışabilir.


Buyrun.

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin