Mete Çubukçu / www.tempo24.com.tr
Medya sistemimiz ve 'muhabir' Hasan
Cemal
Hasan Cemal, Hasan Bey ya da Hasan Abi.
Geçen hafta Irak Kürt Bölgesi’nden Kandil Dağı’ndan yaptığı haber
daha da çok konuşulacağa benziyor. Uzaktan analiz yapmak yerine
Kandil’e çıkıp birinci ağızdan kimin ne dediğini aktardı. Haber
başlı başına önemli bir gazetecilik olayıydı. Olayın mesaj boyutu,
Kürt sorununda atılması gereken adımlar, PKK’nın talepleri bir
başka yazının konusu olabilir.
Asıl tartışmak istediğimiz işin gazetecilik / muhabirlik
boyutu.
Hasan Cemal evrensel bir gazeteci, yaptığı işler de evrensel
gazeteciliğin en yetkin örneklerinden. Son yaptığı haber de bunun
kanıtı. Tabii ki ilk kez yapmıyor bunu. Kendisi hâlâ haber peşinde
dolaşıyor, ovaya iniyor, dağa çıkıyor, haberin merkezine ulaşıyor,
doğrudan temas kurup kaynağından haber veriyor.
Kendisi köşe yazıyor, ama hâlâ muhabir; muhabir heyecanı taşıyor. Köşesinde ele aldığı konular da haber-analizin en yetkin örnekleri. Irak Kürt Bölgesi’nden, Kandil Dağı’ndan yaptığı haber de bu örnekler arasında. Tabii yaptığı gazetecilik batıdaki medya sisteminin “fact and figure” olarak adlandırdığı soğuk çizgisinde kalmıyor. Buna kendi görüş ve yaklaşımını, tecrübesini, hissettiklerini de ekliyor.
Tecrübe haberi olgunlaştırır
Türkiye’deki medya sisteminde tuhaf bir durum var. Gazeteciliğin
dinamiği ve motoru, olmazsa olmazı, modern gazeteciliğin
vazgeçilmez unsuru muhabirlik Türkiye’de giderek küçümsenen, hor
görülen bir konumda.
Oysa muhabirsiz, muhabir ruhu taşımadan gazete ve gazetecilik
olamaz. Bu yüzden her köşe yazarı gazeteci değildir. Gazeteci
muhabirlik yapan, bunu haberinde köşesinde şekillendiren kişidir.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, ışıklı salonlardan kriz ve
çatışma bölgelerine muhakkak “ak saçlı” tecrübelere rastlarsınız,
ileri yaşlardadırlar, ama hâlâ muhabirdirler. Muhabir olarak
Türkiye’nin tersine çok saygın bir konumdadırlar, “muhabir imzası”
ile tanınırlar.
‘40’ına yeni geldin, gazetecilik yeni başlıyor’
Körfez Savaşı’nın önemli ismi CNN’den Peter Arnett’i hatırlarsınız. Arnett, 1974’de Kıbrıs savaşı sonrası daha rahat bir görev ister. Aldığı yanıtsa “dur bakalım, daha 40’ına yeni geldin. Gazetecilik senin için yeni başlıyor. Bu yıla kadar kazandığın tecrübeden daha şimdi yararlanmaya başlayacağız” olur.
Kaç ak saçlı muhabir var?
Türkiye’de kaç ak saçlı kadın, erkek kaç muhabir / gazeteci sayabiliriz ki? Yanlış anlaşılmasın, bu iş tabii ki yaşla doğrudan ilintili değildir. Ancak edinilen tecrübe, olgunlaşmış analiz, damıtılmış haberi beraberinde getirir.
Zaman zaman duyarız, okuruz. Medya yöneticileri şöyle cümleler kurarlar; “Artık muhabirliğe önem vereceğiz.” Yani o güne kadar gazetecilik yapılmadığının itirafı gibidir. Kurulan cümle yeni bir şey değildir. Çünkü Batı’nın ciddi yayın organlarında yıllardır devam ettirilen doğal bir süreçtir bu. Yani işin normalidir.
Muhabirlik, teyp tutan teknisyenliğe indirgeniyor
Türkiye’de ise 30’unu geçenlerin gözünü masa başına dikmesinin nedeni, sadece muhabirin tasarrufu değil Türkiye’deki medya sisteminin yarattığı bir sonuç olarak karşımıza çıkar. Bu sonuç medyayı gençleştirme adına muhabirliği, mikrofon ya da teyp tutan teknisyen sınıfına indirgemiştir. Siz muhabirinize değer veremez, muhabiri politikacıya, işadamına, sahadan yetişmemiş yöneticiye yem ederseniz, politikacı, işadamı da muhabiri kaale almaz.
Muhabirlilik ve gazeteciliğe gerektiği önemi verelim. Gençleri
destekleyelim, ancak hangi yaşta olursa olsun muhabirliğin ruhunu
öldürmeyelim.