SAYIM ÇINAR
Uzun süredir edebiyat dünyasındanız. En son Saatçi
Peygamber ile Altın Yayınları etiketiyle raflarda yerinizi aldınız.
Köle olarak satılan bir Müslüman çocuğun hikayesi üzerinden yürüyor
roman. Gizemli bir öykü, Türk edebiyatında çok da örneklerine
rastlamadığımız bir kitap.
1989 yılında gördüğüm bir rüyadan ilham aldım. Rüyada bir olay
yaşadım. Aradan 15 - 20 sene geçince bu rüyanın kitabın hikayesi
olacağını bilmiyordum. Romanı roman olarak 2004 yılında tasarladım.
Kendime hep aynı soruyu sordum: Bütün ideolojileri, dinleri bir
kenara bıraktığımda “ben bu dünyada neden varım?” Bu arayışlardan
çıktı kitap. İçinde rüyalara çok sayıda gönderme var. Rüyaların
diğer romanlarımda da ayrı bir yeri vardır. Kendi hayatımı anlama
çabasıdır rüya aslında.
Kutay’ın varoluşunu sorgulayan bir roman diyebiliriz
sanırım.
Kutay’ın özelinde aslında tüm insanlığın varoluşunu
sorguluyorum.
İçsel yolculukları konu edinen kitaplar genelde çok
satan kitaplar oluyor. Sizin kitabınızda bir derinlik var, yalnızca
amacına kilitlenmiş bir Simyacı yok, Kutay daha romantik, meselesi
olan biri. Sizin kitabınızın bu tasavvufi derinliği nereden ileri
geliyor?
Simyacı’yı aldığımda ve okumaya başladığımda, bu kitabı halihazırda
zaten okumuş olduğumu anladım; 1001 Gece Masalları’ydı bu. Bir
masaldan yola çıkıp anlatılan bir hikayeydi bu. Benim kahramanım
1400’lü yıllarda yaşamış bir kahraman. Bugünkü çağımızın
sorunlarına sorularına yanıt verir mahiyette. Benzer romanlardan
ayrılan en büyük özelliği kendi çağına ve diğer çağlara mesaj
verebiliyor olması. Tasavvuf bu coğrafyanın tadı, tuzu,
rengidir. Türkiye’yi benzer ülkelerden ayıran en büyük özellik
Anadolu tasavvuf algısıdır. Evrensel bir nitelik taşır. Hümanizm
demek istemiyorum, evrenselci daha iyi karşılıyor. Anadolu
hümanizminin ortaya çıktığı dönemde Müslümanlardan çok
Hıristiyanlar vardı ve herkesi kucaklayan bir anlayışın olması
gerekiyordu. Bu kitaba bu durumu da nüfuz ettirmek
istedim.
“Kutay karakteri akılcı ve mistik.”
Kutay Doğu’yu gezerken Batı’yı düşünüyor bence. Mistik
olduğu kadar akılcı da birisi. Daha evrensel değerlere sahip, tek
bir damardan yürümüyor. Kutay’ın varoluşunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Kutay karakteri akılcı ve mistik. Bunu kitaba yerleştirmek için
mekanik saatlerin doğuya gelişini kitabın kurgusuna oturttum.
Mekanik saat bilimi simgeliyor şüphesiz. Rönesansa yakın yıllarda
oluştu. Aynı zamanda kitabın kahramanı on iki yıl boyunca köle
olarak yaşadı Batı’da, Batı aklına, anlayışına hakim. Doğu ve Batı
kültürünün çatışmasından kendi söylemini çıkarıyor. Ahmet Hamdi
Tanpınar’dan Orhan Pamuk’a tüm edebiyatçıların derdi Doğu Batı
çatışmasını eserlerine yansıtmaktı. Kendimce bir uzlaşı buldum, 13.
yüzyıl Anadolu tasavvufu da bulmuştu. Ben bir yüzyıl öteye taşıdım
ve Kutay hem akılcı Kutay, hem de agnostik bir anlayışla yaklaştı
olaylara. Doğa konusunda, kadınlar konusunda, çevreye ve diğer
canlılara üstünlük konusunda tamamen akılcı.
İyi yazmak dili yüceltmek anlamına geliyor benim için.
Türk edebiyatında kendinizi kimlere yakın buluyorsunuz ve kendi
dilinizi nasıl yarattınız?
Özellikle ilham aldığım biri var diyemem ama Yunus Emre 13. yüzyıl
halk Türkçesiyle en karmaşık kavramları bizlere anlatabildi. Bugün
dahi 13. yüzyılda yazılmış herhangi bir şiire baktığımız zaman
anlayabiliyoruz. En karmaşık fikri en basit cümleyle nasıl
anlatabilirimin peşindeyim. Uzun bir paragraf boyunca uzayan
cümleleri yazmak çok kolay ne zaman ki birisi bana böylesi bir
cümle yazmanın çok da ilginç olmadığını gösterdi, o zaman bunu
felsefe edindim. Fransız Allen’in temsil ettiği bir edebiyat
anlayışı var, ben de onlara yakınım. Benim en çok etkilendiğim
yazarlar Çehov gibi kısa metinlerle büyük şeyler anlatabilen
isimlerdir. Kısacık bir metin içerisinde çok şey anlatabilme
hedefim bu isimlerle doğdu ve dili bu şekilde kullanabilmemle
sonuçlandı.
“Güç, insanı hangimiz olursak olalım, dejenere eder, bozar.”
Kutay peygamber yakıştırması yapanlara hakikatin peşinde
bir fani olduğunu söylese de, kitleler onu ulu bir yere koyma
eğiliminde oluyorlar ve peşinden geliyorlar. Peygamber olmadığı
halde bunca insanının Kutay’ın peşinden gitmesini nasıl
okumalı?
Bugün bile öyle değil mi? Amerika’da yüzlerce bu tür insan var.
Büyük liderler de peygamber gibi görülüyor. Bazıları siyasi
karizmasıyla, bazıları dinsel karizmasıyla kitleleri peşinden
sürüklüyor. Çoğu ben peygamberim demese de takipçileri tarafından o
noktaya getiriliyor. Güç, insanı hangimiz olursak olalım, dejenere
eder, bozar. Kutay bile bu kadar akılcı olması rağmen, etkileniyor
durumdan ve farklı bir söylem geliştiriyor. Sürekli ben peygamber
değilim dese de davranışlarıyla bu hale bürünüyor. Kitleler her
zaman tapınacak bir şey ararlar. Kimi zaman ideoloji, kimi zaman
bir isim… Aklın gittiği yer işte o yerdir, tapınma noktası. Bugünkü
yüzyılda hala bazı meselelerin çözülemiyor oluşunun ardında bu
durum var.
“İnsanın doğasında maalesef kolaya teslim olma var.”
Batıda da Doğuda da akılcılığı ret eden bir durum var.
Sürekli tapınılacak bir takım insanlar aranıyor. Hakikatin peşinden
koşmak zordur. İnsanlar neden teslim olmayı
seçiyorlar?
Benim hayat serüvenim bir şeylere teslim olmayı ret etmekle
örülüdür. Bu romanları yazma noktasına da böyle gelebildim. Ben de
Doğuda yetiştim, bir insanın teslim olması asi olmasından daha
kolaydır. İnsanların bir arayışa çıkıp, hakikatin peşine düşmesi
zordur, risklidir, teslim olmak her zaman daha kolaydır. İnsan
aslında üç yaşına kadar şekillenen bir varlık. Yanlış olduğunu
bildiğiz halde sürdürdüğümüz korkularımız da bundan. İnsanın
doğasında maalesef kolaya teslim olma var.
Kitapta kadının yerine dair de önemli ipuçları
var.
Kadını yücelten bir kitap bu. Doğu toplumlarında Türk kültüründe
kadın çok yüce. Ortadoğu coğrafyasında ne yazık ki esamesi
okunmayan bir hale gelmiş durumda. Kutay bir noktada bir konuşma
yapacak kitapta ve nişanlısını yanında istiyor. Hıristiyan kökenli
nişanlısı bile kabul etmekte zorlanıyor. O noktada Kutay şöyle
diyor: “İsa konuşurken Mecdeli Meryem onun hep yanındaydı.
Cinsiyetler arasındaki üstünlüğü bırak, cinsler türler arasındaki
üstünlüğü bile kabul etmiyorum. Sen benim yanımda olmalısın. Bu
ibret vesikası olsun.” Akılcı bir yaklaşımın kadına duyarsız
kalması düşünülemez.
“Ben aklı ön plana aldığınız takdirde kafanızdaki soruların yanıtlarını bulabileceğiniz fikrindeyim.”
Bu kadar maneviyatın geride kaldığı bir dünyada, her
şeyin bu kadar kaypak ve şiddetli olduğu bir ortamda, değerleri
yücelten bir roman yazıyorsunuz. Sizce neden manevi olarak bu kadar
geriledi dünya?
Kitaptaki halk arayış içinde. Onlara söylemleriyle yaklaşan Kutay
akılcı. Ben aklı ön plana aldığınız takdirde kafanızdaki soruların
yanıtlarını bulabileceğiniz fikrindeyim. Tanrı, insan, niye var,
hiçlikten kainat olur mu gibi sorulara bugünkü bilgilerimizle yanıt
bulmamız mümkün değil, bilim de bunu şu noktada yanıtlayamaz.
Mistik romanlarda genelde akılcı taraf geride bırakılır.
Sizde ise akılcı taraf ön planda. Esas mesaj bu.
Yunan felsefesinde dört cevher vardı. Ateş su toprak hava. Bugün
ise iki yüz on iki element olduğunu biliyoruz. Artık dünyayı dört
cevher üzerinden anlatamayız. Astroloji ilk ortaya çıktığında yedi
gezegen vardı, bugün güneş sisteminde dokuz gezegen olduğunu
biliyoruz. Yine de falımızda ne yazdığına bakıyoruz. Bu yaptığımız
akılcılık mı, hayır değil. Bazen aklımızın doğruyu söylediği halde,
çocukluğumuzdan beri içimize yerleşen bir takım sabit fikirler
nedeniyle aklı bertaraf ettiğimiz yerler var. Ben o noktalara
dokunup, insanları sorgulamaya çağırıyorum.
“Tarihsel hata yapmamak çok önemli kurgu roman yazsanız da.”
Zor bir hikaye anlatıyorsunuz. Saatin kültür tarihini
anlatıyorsunuz bir yönüyle de.
Tarihsel gerçeklere uygun yazdım evet. 1348’deki veba salgınından,
1369’daki ikinci veba salgınına, Yahudilerin yakılmasına,
Polonya’ya gitmelerine, saatin gelişmesine başlamasına kadar,
Akdeniz’de cirit atan korsanlar, din algısı, Timurlenk, Kadı
Burhanettin gibi kitapta ismi geçen kahramanlara, hepsini
derinlikli çalıştım ve öyle kitabıma koydum. Kahramanlar gerçek ve
doğru. Kitabı bir belgesel gibi de okuyabilirsiniz. Tarihsel hata
yapmamak çok önemli kurgu roman yazsanız da. Burada mesajı vermek
için Kutay kahramanını yarattım.
“Tüm kitaplarımda insanları sorgulamaya davet ediyorum.”
Okurlardan aldığınız tepkileri ve beklentilerinizi
dinlemek isterim.
Bilinen bir cümleyle açıklayayım. Ben ne anlatırsam anlatayım
anlattıklarım karşıdakinin anladığı kadardır. Elbette okurlar kendi
algı düzeylerine farklı şeyler anlayacaktır. Her algı düzeyine göre
bu kitabı okusun isterim. Akıcılığa çok önem verdim, hikayenin
okunur olmasına özen gösterdim. Şu ana kadar gelen tepkiler çok
olumlu. Rehberlik önderlik yetkim, iddiam yok. Hele de bu insanlara
karşı yazılmış bir metin varken ortada. Düşünmeye sorgulamaya davet
ediyorum. İnsan düşündüklerinden, inançlarında şüphe etmekle
başlamalı. Tüm kitaplarımda bu durum vardır. Bu kitabın da anlamı
bu benim için. Bundan sonra belki bu düzeyde kitaplar yazmayacağım.
Herhalde bu açıdan aklı felsefeyi harmanladığım bir kitap oldu.
Farklı dillere çevrilmesine nasıl bakıyorsunuz Saatçi
Peygamber’in? Yurtdışında büyük ilgi çekecek bir konu
bu.
Yurtdışındaki okurlarımdan böyle bir beklenti var ve yurtdışında
çok satacağını düşünüyorum. Batı kültüründen de doğu kültüründen de
çok şey var kitapta. Bu anlamda benzer kitaplardan çok daha açık ve
net bir çalışma.