'JACKSON'IN DÜNYAYA SUNACAK KENDİ ÖLÜMÜ KALMIŞTI SADECE'

Medyatava yazarı Neslihan Acu, pop müziğin 'ikon'u Michael Jackson'ı yazdı: Jackson’ın dünyaya sunacak kendi ölümü kalmıştı sadece. İşte, şimdi bu gösteri sergileniyor. Borçlarına karşılık, görkemli bir cenaze töreni... Tıpkı şarkısındaki gibi: "Don’t stop ‘til you get enough"

Google Haberlere Abone ol
'JACKSON'IN DÜNYAYA SUNACAK KENDİ ÖLÜMÜ KALMIŞTI SADECE'

Neslihan Acu


MICHAEL JACKSON… DÜNYADAN DÜŞEN ADAM


Pop müziğin kralı öleli 10 gün oldu ama ortada hala bir cenaze töreni yok. Nedeni malum. Büyük paraların döndüğü sektör, Jackson misali “ikon”ları yaşarken de, ölüyken de “para para para” olarak görür. Başka hiçbir şey değil, sadece para. Ve sonuna kadar sömürür.
O “ilah” görüntüsünün ardındaki “gerçek insan” ve onun trajedisi, ne sistemin ne de başkalarının umurundadır.
“İlah” görüntüsünün ardındaki kişi yeteri kadar akıllıysa, kendisinden beklenenleri yapar, dünyaya erişilmez bir yıldız imajı ve “tasarlanmış” skandallar sunar ama kendisi “sıradan, ölümlü” bir insan olduğunu asla unutmaz. Bence Madonna bu tür bir star. Mick Jagger da öyle. O cangılın içinde kendilerini bir şekilde korumayı ve hayatta kalmayı biliyorlar.
Michael Jackson ise kendini korumayı bilmeyenler takımındandı. Bir başka deyişle, kaybedenlerden...
Gerçekten yaratıcı olan insanlar, basbayağı çatlak, defolu, çocukluklarında ciddi travmalar yaşamış kişilerdir.
Jackson’ın da çocukluğu hayli zor geçmiş, bu bilinen bir gerçek. Henüz 6 yaşında pop müzik sektörünün içine düşüyor ve acımasız baba Joe Jackson tarafından kemerle dövülmek suretiyle daha iyi şarkı söylemeye ve kusursuz dans etmeye zorlanıyor. Sevilmeden, sürekli aşağılanarak, dövülerek ezilerek yetiştirilen çocuklar, büyüdüklerinde iki şeyden biri olurlar: Ya acımasız bir baş belası ya da kırılgan, hassas bir insan.
Michael Jackson kırılgan, içe dönük biri oluyor. Sahnede yırtıcı bir panter gibi dolaşan, buram buram seks kokan danslarıyla hayranlarını histeri krizlerine sokan “ilah”, sahne dışındayken o eziklik duygusunu üstünden atamıyor. Estetik ameliyat çılgınlığına kendini kaptırmasının temel nedeni bu olabilir. Daha güzel olursa kendine daha güvenli ve dolayısıyla daha mutlu biri olacağını mı sanıyordu, kim bilir…
Michael Jackson için hazırlanan bir belgesel izlemiştim beş altı yıl önce. Oprah’nın sorduğu sorulara kaçamak cevaplar veren, sıkılan, kırklı yaşlarda olmasına rağmen bir yeni yetme kadar çekingen olan bu adam, alışveriş yapmak için pahalı bir mağazaya girdiğinde özüne dönmüş, resmen çocuklaşmıştı. Her biri on bin, yirmi bin dolarlık pahalı ıvır zıvırlar arasında lunaparktaki bir çocuğun sevinciyle dolaşıyor, gördüğü her şeyi satın alıyordu.
Onu bir düşünün… Neverland isimli malikanesinde, yığınla pahalı ıvır zıvır eşya arasında yaşayan, güvenliği ve huzuru bu “cici”lerin arasında bulmaya çalışan, kendini sadece çocukların yanında güvende hisseden, hiç büyümemiş bir çocuk.
Parkta tanımadığınız bir çocuğun kafasını şöyle bir okşamaya kalktığınızda sizi çocuk tacizcisi sayacak kadar kafayı yemiş “uygar” dünyada, Michael Jackson’ın tuhaflıkları hoş görülemezdi elbette. Gerçekten bir çocuk tacizcisi miydi, yoksa hiç büyüyememiş, ruhu sakat kalmış bir çocuk muydu, işin aslı nedir, bilinmiyor. Tıpkı derisinin gerçekte neden beyaza dönüştüğünün bilinmediği gibi...


Her neyse. Tüm bunlar unutulacak bir süre sonra. Neverland’daki o sıkılgan, sorunlu, depresif adamı değil, 80’lerde sahnede panter gibi dolaşan Jackson’ı hatırlayacağız hepimiz. Ya da “Earth Song”da, “dünyaya ne olacak?” diye haykıran o ne siyah ne beyaz, ne kadın ne erkek Michael’ı.
26 Haziran'dan itibaren tüm müzik kanalları Jackson’a saygı duruşu yaptılar ve şarkıları üç dört gün boyunca sürekli çalındı.
Bizler de anıları tazeledik. Ta 79 yılından “Don’t Stop ‘til You Get Enough”… Jackson’a ilk Grammy ödülünü kazandıran Off the Wall albümünden keyifli, insanı inanılmaz derecede mutlu eden bir şarkı... Derken, kırmızı deri ceketiyle bir Michael Jackson: Beat It… Moon walking adımlarıyla, unutulmaz Billie Jean… Sonra, olağanüstü Thriller albümünden parçalar, sinema filmi güzelliğinde bir klip... derken, Paul McCartney ile birlikte söylediği –Pipes of Peace albümünden- Say Say Say…
80’li yıllarda, Jackson Five yıllarındaki o “sepet kafalı” sevimli çocuk değildir artık Michael Jackson. Yerine, 80’lerin o benzersiz rüküş kıyafetleri içindeki esnek bedeniyle, alnına düşen ıslak kıvırcık saçlarıyla ve esmer yüzünde fener gibi pırıldayan kocaman gözleriyle, içindeki “anima”yı, yani ruhu, canlılığı olduğu gibi yansıtan biri gelmiştir.
Yaptığı müzik git gide olgunlaşır ve güzelleşirken, Jackson da gitgide değişir...
1990’larda, Black or White’ı söylerken bir beyazdır artık. Düz siyah saçlarıyla, kesilip biçilip ufacık hale getirilen burnuyla, sürmeli gözleriyle…
Onu görkemli halleriyle en son “Earth Song”da hatırlıyorum. Taciz davalarının üstüne, hayranlarına derin bir oh dedirten bir albümdü HIStory.
Sonra yavaştan uzaklaşmaya başladı ortamlardan. 2003 yılından sonra tam bir inzivaya çekildi.


Bedeni, 50 yaşında, henüz çok genç sayılacak bir yaşta öldü. Daha doğrusu, bu dünyadan düştü Michael Jackson.
Böyle büyük bir yeteneğe neden sahip çıkmadı ki müzik sektörü, çevresindekiler, ailesi, dostları diye sorası geliyor insanın. Bu adam bedenini ameliyatlarla, açlıkla, ilaçlarla, uyuşturucularla cezalandırırken hiç mi eşi dostu arkadaşı yoktu diyorsunuz… Şimdi ağlayıp yas tutanlar, o zaman neredeydiler diye aklınıza takılıyor…
Ama sonra anlıyorsunuz. Dünya böyle. Bin bir sancının, acının sonunda üretilip ortaya konulan en güzel şeyler için bile, insanların duyduğu hayranlık kısa ömürlü oluyor. Pop kültürün oburluğa alıştırdığı insanlar, en güzel şarkıdan, en güzel filmden, en güzel romandan hemen sonra bile, “Eee, şimdi sırada ne var?” diye soruyorlar. Hemen yenilerini istiyorlar.
Jackson’ın dünyaya sunacak kendi ölümü kalmıştı sadece.
İşte, şimdi bu gösteri sergileniyor. Borçlarına karşılık, görkemli bir cenaze töreni...
Tıpkı şarkısındaki gibi: “Don’t stop ‘til you get enough”



Sıradaki Haber İçin Sürükleyin