İşte, Metin Kaçan'ın 1.5 ay önce verdiği son röportaj!

Boğaz Köprüsü'nden ölüme atlayan Metin Kaçan son röportajını Aktüel'den Fuat Uğur'a vermişti. İşte, o röportaj!

Google Haberlere Abone ol
İşte, Metin Kaçan'ın 1.5 ay önce verdiği son röportaj!

“BİR SIZI KALDIYSA DA HAYATIMDAN



İNTİKAM BU YAŞIMDA KULLANACAĞIM BİR KELİME DEĞİL”



*Onu asıl gündeme taşıyan “cinsel kriminal” bir olaydı. Son derece tuhaf, iddia sahibi hakkında da şüpheler uyandıran ama sonuçta Metin Kaçan’ın, yakın arkadaşı ünlü haber sunucusu Alp Buğdaycı ile birlikte cezaevine girmesine sebep olan bir hadiseydi.



*Oysa edebiyatseverler onu çoktan keşfetmişti ve okuyanları çarpmıştı adeta. Bunun önemli bir nedeni de edebiyatımızda argonun ilk kez anlatıcının da dili olarak kullanılmasıydı. Dolapdere’de geçen hayatı Metin Kaçan’a bu dili, yaşayarak, tecrübe ederek kazandırmıştı. Türkiye’nin en “kendine benzeyen” yazarlarından Kaçan’ı inzivada yakaladık…



- FUAT UĞUR -



Mustafa Altıoklar tarafından sinemaya uyarlanan Ağır Roman şimdi de bir dizi olarak karşımıza çıkınca “Metin Kaçan ne yapıyor” sorusu zuhur etti yeniden. Kaş’taymış. Ama inziva değil, çalışmak için. “Fındık Sekiz” adlı eserini senaryolaştırıyormuş ve Ağır Roman’ın müzikal olarak sahneye konulması için çalışmaları sürüyormuş bu arada.



Hayatı da eskisinden daha farklı algılıyor artık. Yaşadıklarının intikamını yazarak alan Metin Kaçan bugün “Bir sızı kaldıysa da hayatımdan, intikam bu yaşımda kullanacağım bir kelime değil” diyen bir olgunlukta. Tasavvuf’un onu cezbetmesinin bir sebebi olsa gerek.





*Kitaplarınızda halen yaşayıp yaşamadığı konusunda insanı tereddüte düşüren bir dil, üretilmiş sözcükler, deyimler, kışkırtıcı simgeler var. Bu yaşam biçimini ve dili nerede deneyimlediniz diye sorarak başlayalım ve hayatınıza açılan bir kapıyı da aralayalım.



Ne çocukluğumda ne de gençliğimde durağan bir hayatım olmadı. Sokakları, başkalarının hayatlarını, uzaklarda ışıkları yanan evlerin içindeki insanları merak ettim hep. Sokaklarda o bahsettiğiniz yaşam biçimi var, o mevzubahis olan fantastik dünyanın dili de. Sanırım bütün insanlık tarihi gibi ben de gelişimimi merakıma ve bir de o görülmeyen, gözden uzak tutulmaya çalışılan sokaklara borçluyum.



*Ağır Roman, diziye dönüştü. Film’deki Gıli Gıli Salih’in oğlu Ali, onun ebedi aşkı Tina tarafından büyütüldü ve mahallede yeni bir macera başladı. Nasıl buldunuz senaryoyu, oyunculukları ve çekimleri?



Yıl 2012, pek çok şey değişti dünyada ve Kolera’da. Seyirci başta bunun yabancılığını çekse de, zamanla o dünyaya girdi sanırım. Emeği geçen herkesin eline sağlık diyorum. Çok güzel bir iş çıkarıyorlar.



*Mesela Leyla karakteri, hayalinizdeki gibi körkütük aşık ve aşkı için her şeyi yapabilecek potansiyeli olan arıza bir kızı canlandırıyor mu?



Arıza mı? Tutkunun dizginlenememesinin adı demek arıza. Tutkuyla yoğrulmuş, sırılsıklam aşık bir kadının bütün hissiyatını yansıtıyor karakter, Nesrin Cavadzade'nin gözlerinde bunu görüyorum. Görmemek mümkün mü?



“Tina olgunlaştı”



*Siz romandaki Tina’yı nasıl hayal ettiniz? Tina karakterine size göre en çok Müjde Ar mı yoksa Sumru Yavrucuk mu daha yakın duruyor?



Romandaki Tina'yı nasıl hayal ettiğimi izlediniz demek isterdim ama Tina romanda Gıli Gıli'ye sağlam kazık atar, filmde atmaz. Tina gönlüne göre davranır, uçarıdır, merttir ama gönlü çektikçe. Tina'nın romandaki hali budur. Film ya da diziye gelince; iki değerli oyuncu, iki ayrı zaman ve dünya, kıyas götürecek bir durum yok. Tina filmde gençti, yıllar onu da değiştirdi olgunlaştırdı. Olan budur.



*“Metin Kaçan’ın yaptığı bir alt-kültür edebiyatıdır” sözlerinin sizde bir karşılığı var mı? Bu tanımlama sizde dar bir yaratıcı alana hapsolma duygusu yaratmıyor mu?



Sokağın, hayatların, görünmeyen, dehşete düşüren, daha samimi, daha kişiye özgü, ölçüsü olmayan yanına dair bir yazın dilim olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bir sınırımın var olduğunu zannetmiyorum. Yaşam beni şekillendirirken, hem çevremle hem de düşlerimle kaleme varıyorum. Bu çevre bir yere varırken düşlerim her yere gidebilir. Darlandığımı söyleyemem.



*Bir yerde “Yaşadığım olayların intikamını yazarak almaya çalıştım” diyorsunuz. Ağır şeyler mi yaşadınız?



Kim yaşamadı ki? Evet yaşadım. Yaşadıkça da kendimi daha çok öğrendim. Bir sızı kaldıysa da intikam şimdi bu yaşımda kullanacağım bir kelime değil.



* “Yazar”ın yaşadığı çevrenin dışında eser üretebilme şansı çok mu azdır?



Sanmıyorum. Tanımak, deneyimlemek bir yol ise sezmek de bir yol. Bilmeye giden pek çok yol daha var. Nereyi dinlediğinle alakalı. Edebiyatta bunun pek çok harika örneğiyle dolu.



*Diziyi izlerken biraz rahatsız oldum. Evet, bu hayat cehenneminde insanlar ayakta kalmak zorundalar ama başkalarına verdikleri zarar da adeta yüceltiliyor.



“Bir adalet var mı” konusu bu. Aç olanın neden hırsızlık yapmadığını sormak gibi... Zararın yüceltilmesi söz konusu değil ama zarar görenlerin verdiği daha büyük zararın gösterilmemesinden kaynaklı bir yanılsama oluşabilir. Zenginin arabasını çalarlar. Zengin mağdurdur. Zenginin kimlerden çaldığını göstermezsen mağdur kalır. Gösterirsen de yüceltme olmaz, hak mı değil mi sorusu doğar? Bunun cevabını veren bir adalet ve ahlak sistemi binlerce yıldır tartışılıyor ama daha ortada cevap yok.



*Oysa romandan böyle bir izlenim edinmedim. Orada da çarpıyorlar, kesiyorlar, kazıklıyorlar ama bunun kendi içinde “yaşamak için ayakta kalmak”la izah edilebilir mantıksallığı var. Dizide ise bir sınıf atlama çabası göze çarpıyor.



Dizideki karakterlerin çoğu Kolera’dan çıkmak istemiyor. Kimilerinin de bu tarz bir sınıf atlama isteği seziliyor. Ama bunlar da zaten Koleralılardan ayrılıyorlar anladığım kadarıyla. Bilmem ki ben yazmıyorum.



“Siyaset vicdanın dili olmaktan çok uzak bir ilim”



*Benim çok merak ettiğim bir şey daha var sizle ilgili. Çoğu yazarın aksine net bir politik duruşunuzun olmayışı. Yani eserlerinizin ana eksenini politik pozisyon ve ideoloji belirlemiyor. Bu akışın gerektirdiği bir şey mi yoksa bilinçli bir tercih mi?



Bir bilinçli tercih olmasından öte akışın ta kendisi. Tutarlılık insan yaşayışında çok bulunur bir şey değil. Adam burada haktan bahsederken öbür yanda bir başkasını dolandırmanın iç hesabını yapabilir. Her anın ve her kişinin pek çok yüzü var. Kemik bir karakter ve yapı yaşamın akışında kolay rastlanabilir bir şey değil ki akışın kendisinde çok sık rastlanılsın.



*Siyasete nasıl bakıyorsunuz bugün? Bugünkü dizi olan Ağır Roman yaşamak ve var olmak için mücadele edenlerin dünyasını mı yansıtıyor, yoksa bir politik muhaliflikten mi söz edilebilir?



Siyaset vicdanın dili olmaktan çok uzak bir ilim. Zaman, mekan ve koşula göre şekilleniyor. Bu hal ötürüdür ki siyaset denilen şeye çok yakın değilim. Diziye gelince benim gördüğüm yaşamak ve var olmak için mücadele eden bir mahalle var, bir politik duruşu yok ama muhalefetin olmamasının imkanı yok. Ortada bir savaş var.



*Kendinizi bugün politik olarak nerede tanımlıyorsunuz? Mesela sol ve sosyalizm bugün sizin için ne ifade ediyor?



Sol evet. Sosyalizm, beraberce üretilenin hakkıyla paylaşıldığı bir dünya arzusu. Bunlar bana uzak değil. Gündelik hayatımı bu şekilde yaşıyorum zaten. Üreterek, paylaşarak. Ama bu çeşit bir sıfata dair olduğumu da söyleyemeyeceğim. Başka bir düzlem de var o vicdanı ve o özsaygıyı barındıran. İş nasıl yaşadığında neyi ne adına konuştuğunda değil. Tutarlılık demiştim ya herkesin ihtiyacı bu.



* “Fındık Sekiz” kitabınız da tehlikeli bir dünyayı anlatıyor ama burada üç yol koyuyorsunuz: Aşkın yolu, tasavvufun yolu, uyuşturucudan kurtulmaya çalışanların yolu. Tasavvuf sizi de cezbediyor mu?



Tek kelime yeterli sanırım, evet. Ötesinde söylenebilecek hiçbir söz o “cezb”i anlatamayacak. “Fındık Sekiz”e gelince dünya hepimiz için güzel, hepimiz için de tehlikeli bir yer. Bunu yadsımak var olanı görmezden gelmek olur.



*Yani Ağır Roman’da yaşadığı toplumu bazen çalarak, gasp ederek ve “şiddet yoluyla protesto eden” Gıli Gıli Salihlerin önüne aşk, tasavvuf gibi seçenekler koymanız neyin işareti?



Başka bir yolun, başka bir bakışın, başka bir yorumun da olduğunun emaresi. Hem o aşkın o mahallenin insanlarında da tasavvuf erbablarında da olmadığını söylemek mümkün değil, herkes kendince kendi kadar yanıyor bu od'da.



“Argo dünyadaki bütün dillerden uzun yaşayacak”



*Argo vazgeçilmez enstrümanınız. Herkes yazamaz bunu, yaşamış olmak da gerek şüphesiz. Bu dil yaşıyor mu yoksa sizin yaratımınız mı?



Argo dediğiniz sokağın, gizlenmesi gerekenin dilidir. Bu dil dünyadaki tüm dillerden daha uzun yaşayacak bence. Çünkü her dilden her terimden beslenir. Mesela denizcilik terimleri argonun çoğu yerinde görülür. Gizli kalması gerektiğinden de sürekli değişir. Yaşamın akışına kendini adapte eder, onun hızı seyrinde gelişir. Ben yarattım demek çok büyük maval olur. Ben sokakları yaşıyorum, sokaklardaki her insan da o dilin havuzuna yeni bir damla bırakıyor. Bu kadar ortak bir dil bu.



*Argo aynı zamanda bir nevi sahicilik turnusolu gibi de geliyor bana. Yani “bizden mi yoksa değil mi?” sorusunun yanıtı aranırken kullanılan bir araç. Yanılıyor muyum?



Her yapı ve oluşumun, şehrin sokağın kendince bir argosu var bence onu diğerlerinden ayıran... Kendi bütünlüğünü korumak adına, kendini o dil sayesinde diğerlerinden ayırt ettiği... Evet turnusoldur. Dilini bilmediğin yerde çok çabuk yanılırsın. Oranın yaşamına haiz değilsindir çünkü.



*Bu farklılık “Tanrısal anlatım yöntemi”ni benimseyen sizin için konjonktürel mi yoksa politik mi?



Konjektürel benim için geçerli olamaz, dün olmadım, bugün de değilim, yarın da pek uyumlu bir insan olacağımı sanmıyorum. Politik dersem, kendimde yaşadığımı o yaşadığımla hiçbir alakası olmayan bir mecrada isimlendirmiş olurum. Bu sadece Metin Kaçan'la onun kendi içindeki yangını arasında.








Sıradaki Haber İçin Sürükleyin