Haluk Bilginer: Hepimiz katiliz

Kanal D'nin yeni dizisi Kara Yazı'nın başrol oyuncuları Haluk Bilginer ve Emre Kınay, Hakan Gence'ye röportaj verdi.

Google Haberlere Abone ol
Haluk Bilginer: Hepimiz katiliz

Kanal D ekranlarında 28 Mart Salı günü başlayacak olan Kara Yazı dizinin başrol oyuncuları Haluk Bilginer ve Emre Kınay, Hürriyet Gazetesi'nden Hakan Gence'ye röportaj verdiler.



Haka GENCE / HÜRRİYET



Bir tarafta; her an çocuğuna şiddet uygulayan bir babayı canlandıran Haluk Bilginer... Diğer tarafta; tek önceliği namus olan bir babaya hayat veren Emre Kınay... ‘Kara Yazı’ dizisi vesilesiyle iki usta oyuncuyla buluştuk.



Uzun süre sonra ekrandasınız... Neydi ‘Kara Yazı’da sizi cezbeden?

- Senaristler; Sema (Ergenekon) ve Eylem (Canpolat) Hanım’lar... Daha önce yaptıkları işleri biliyordum. Sıradan televizyon işlerinden farklı işlerdi. ‘Kara Yazı’nın birinci bölümünü okuduğumda da “Bravo” dedim. Hikâye; -kendi karakterim üzerinden gidersem- sevgisiz büyüyen bir insanın başkalarına karşı da sevgisiz davrandığını, eğer şanslıysa bir gün sevgiyi yakalayabileceğini anlatıyor. Her insan sevemez, her insan âşık olamaz. Çünkü herkes o kadar şanslı değildir.



Oysa aşk kelimesini günümüzde çok kolay kullanıyoruz...

- Zordur aşkı bulmak... Aşkın dilde değil, yürekte olması önemlidir. Egolarınızı evde bırakmanız gerekir. Bazı insanlar hiç âşık olmadan, sevmeden, sevmeyi beceremeden ölmüş olabilir. Bu büyük şanssızlık. Çünkü görmemişlerdir. Hayatta ne gördüysek onu yaşayıp yaşatıyoruz. Bilmediğiniz bir duyguyu da nasıl kendi hayatınızda kullanırsınız ki?



Peki siz gerçek aşkı yaşadınız mı?

- Ben aşk için hayatımı 180 derece değiştirebildim. Bunu becerebilen bir insan olduğumu gördüm. Zaten sevmeyi, sevilmeyi, aşkı tecrübe etmemişsen oyunculuk da yapamazsın.



Aşkı nasıl tanımlarsınız?

- Kendinize olan sevginin karşınızdakine yansımasıdır aşk. Kendinizi sevmezseniz âşık da olamazsınız.



Babalık diye bir şey yok



Canlandırdığınız Oğuz karakteri sevgisiz bir ailede büyüyor. Sizin çocukluğunuz nasıldı?

- Sevgi doluydu. Biz yakın ve birbirine sahici sevgi duyan bir aileyiz. Ama şunu da söyleyeyim; babanızı da sadece babanız olduğu için sevmek zorunda değilsiniz. O insanı severseniz, seversiniz. Önemli olan insanı sevmek. Mesela annelik duygusu için de bu böyle...



Biraz açar mısınız?

- Kadınlara hamileyken “Doğurunca onu çok seveceksin” gibi laflar söylenir. Ama doğurunca her anne çocuğunu sevmez, sevemez... Kadınların kafasını böyle şeylerle doldurmamak lazım. Çünkü sonra kendilerini suçlu hissederler. Tamam, annelik duygusu vardır ama sonuçta içinden buruşuk suratlı bir şey çıkıyor. Sevgi; ilişki ve emektir. Bu konularda fetva vermemek önemli.



Peki babalık?

- Aslında babalık diye bir şey yok.



Nasıl yani?

- Çünkü babalık sonradan öğrenilen bir şey. Siz o insanın doğumu için -sevişmeden aldığınız zevk dışında- bir şey yapmış değilsiniz. Çaba sarf eden kadındır. Dokuz ay taşıyor, ağrılar çekiyor, süt veriyor... Baba-evlat ilişkisi emek isteyen, zamanla alışılan bir şey.



Biz baba figürüne bağımlı bir toplum muyuz?

- Çok. Çünkü korkarız babadan. Bakın Türk toplumuna... Bir yandan da bayılırız. Baba; buyuran, iktidar sahibi, “Şöyle yapılacak, böyle yapılacak” diyendir. Anneler de “Seni akşam babana şikâyet edeceğim” diye korkutur. Neden? Canavar mı geliyor eve sanki!Benim şiddetle sorunum var Dizide canlandırdığımız karakter, sözünü geçiremediği her noktada oğluna manevi şiddet uyguluyor.



Sizin şiddetle nasıl bir ilişkiniz var?

- Benim şiddetle sorunum var.  Ne gibi?- Bakamıyorum şiddete, seyredemiyorum. Bir filmde aşırı şiddet varsa o filmi izlemeye biriyle gitmem lazım. Mesela Jodie Foster’ın oynadığı ‘The Accused’ (‘Sanık’) filmini uzun süre seyredemedim.



Ama şiddet gösteren bir karakteri canlandırıyorsunuz. Oynarken zorlanmıyor musunuz?

- Biz hepsini oynarız. Katili oynamamız için adam öldürmemiz gerekmiyor, mesleğimiz bu... Bu arada Hakan, siz de bir katilsiniz...



Nasıl yani? Birini öldürsem, bilirdim herhalde...

- Haberin yok henüz. Hiç cinayet işlememiş olmanız, katil olmadığınız anlamına gelmiyor. Hepimiz katiliz. Stanislavski örneğini vereyim size, “Eğer bir şeyi yaşamadıysanız, başka şeylerle bağlantı kurun, o duyguyu anlarsınız” diyor. Çok yorgun olduğunuz bir yaz günü, tatlı bir uykuya dalmışsınız ve bir sinek sesi duyuyorsunuz. Şak! Onu öldürdünüz, katilsiniz. O duygu sizde de var.



Mutsuzluk korkuyu getirir



Ne kadar şiddet toplumuyuz?

- Çok... Hele son zamanlarda şiddeti çok sevmeye başladık. Asalım, keselim, kıralım, dökelim, bayılıyoruz... Bu duygu artarsa da...



Nereye varır?

- Çok tehlikeli. Ölüme varır.



Neden böyle olduk?

- Mutlu değiliz. Mutluluk sıralamasında Norveç birinci, biz 69’uncu sıradayız. Mutsuzluk korkuyu, korku şiddeti getirir. İnsanlar korktukları için de öldürür.



Bir de kadına şiddet mevzuu var...

- O felaket.



Bunun sebebi ataerkil yapımız mı?

- Aslında bütün toplumlar öyle geldi. Ama akıllarını kullanıp değiştirebildiler. Biz de bunu başarırsak daha mutlu bir ülke olacağız. Bugün 14 yaşındaki bir kızın hamile olduğu haberini okuduk. İki yıl önce “Amcam bana tecavüz ediyor” diye jandarmaya gitmiş, şimdi sekiz aylık hamile. Kadına bakış açımız değişmediği; kadını bir mal, ikinci sınıf vatandaş olarak gördüğümüz sürece kadına şiddet bitmeyecektir. Şiddet fiziksel olmak zorunda da değil. Türkiye’de kadın rektör sayısı şu anda üç. Kadına ne kadar değer veriyoruz, önce ona bakmalıyız.



Kendi torunumu kendim yaptım



Kızınız Nazlı 10 yaşında. Onunla nasıl bir ilişkiniz var?

- Ben kendi torunumu kendim yaptım. Nazlı, neredeyse torunum yaşında... Onu çok seviyorum. Evlat sevgisi öğrenilen bir şey. Çocuğu; insanın egosunu bırakıp kendinden daha çok sevdiği tek yaratıktır.



Babalık sizi nasıl değiştirdi?

- Kendinizi tehlikeye atacağınız bir an, kendinizden çok çocuğunuzu düşünüyorsunuz. Nazlı doğduğunda Ankara’ya turneye gittik. Dönerken araba buzda kaydı ve 360 derece döndük. O sırada aklımdan tek geçen şey, ‘Nazlı babasız kalacak’ oldu.



Geleceğiyle ilgili hayalleriniz ne?

- Büyük kaygı duyuyorum. Onun mutlu olabilmesi için elimizden geleni yapmak ve onu seçimlerinde özgür bırakmaktan başka yapacağımız bir şey yok. Gerekli sevgiyi, empatiyi öğretebildiysek o kendini mutlu edecek şeyi seçecektir.



Yemek yapmayan erkeklere üzülürüm



Dünya görüşünüzü az çok biliyoruz. Ama sizi pek yakından tanımıyoruz. Sizce hakkınızda bilinen en büyük yanlış ne?

- Şöhret dediğiniz şey sizi tanımayan insanların sizin hakkınızda uydurduğu şeylerin tamamıdır. Çok önemli de değildir.



Şöhret olmadığınız bir hayat ister miydiniz?

- Anonim olmayı çok isterdim ama yaptığım meslek bunu engelliyor. Yapacak bir şey yok.



Peki sizi neler üzer?

- Samimiyetsizlik... Haksızlık, adaletsizlik...



Kadında, zekâ ve yetenek etkiler



Nelere gülersiniz?

- Gülünçlük beni güldürmez. Hatta üzer. Ama bir şeyin komik olması için zeki olma zorunluluğu vardır. Fırlama zihinleri, ince detayları görenleri severim.



Ağlar mısınız?

- Çok ağlarım. En son anneciğime ağladım. Çocukların çaresizliğine çok üzülüyorum. Çünkü onlar bizim sorumluluğumuzda. Onlara acı çektirmek çok büyük alçaklık olarak gelir bana.



Kendinizle ilgili ne söyleseniz şaşırırız?

- Çok iyi yemek yaparım. Yapmadığım yemek yoktur. Londra’dayken Çin ve Hint mutfağına takmıştım bir ara. Mutfak benim için terapi alanı gibidir. Yemek yapmayan erkeklere üzülürüm.



Bir kadında sizi çeken nedir?

- Zekâ ve -büyük harflerle yaz- YETENEK. Güzellik görecelidir. Bazı insanların çok güzel bulduğu kadınlar arasında benim güzel bulmadıklarım vardır. Ya da fotografik olarak güzel olan bir kadınla beş dakika oturduktan sonra Allahım bir bahane bulsam da kalksam dediğim çok olmuştur.



Canlandırdığınız karakter için en önemli şey itibar... Sizin için?

- Sevgi, mutluluk...



Peki sizin sektörde herkes sevgi dolu gibi. Ne kadar samimiyet var?

- Bilmem. Ben mesleki olarak değil, insan olarak değerlendiriyorum. Sonra gelen özellikleri hatta siyasi düşüncesi bile beni ilgilendirmiyor.



Tiyatronuzda siyasi düşüncesi ne olursa olsun iyi bir oyuncu rol alabilir mi?

- Siyasi düşünce hayatını belirliyorsa oynayamaz. O siyasi düşüncenin hayatını belirlemesine izin veriyorsa, o düşünce ona bazı şeyleri yapmasını yasaklıyorsa, oyuncu olamaz zaten.



Hakan Gence'nin Hürriyet'te yer alan röportajını BURADAN okuyabilirsiniz.


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin