GECEYARISI EKSPRESİ'NİN YAZARI İLE AYNI KOĞUŞU PAYLAŞAN İSVEÇLİ MİLLİYET'E KONUŞTU

40 yıl önce esrar bulundurduğu için İstanbul'da hapis yatan, "Geceyarısı Ekspresi"nin yazarı Billy Hayes'in cezaevi arkadaşı İsveçli Bengt Björklund: "Hayatta bildiğim her şeyi Türkiye'deki cezaevi yıllarımda öğrendim"

Google Haberlere Abone ol
GECEYARISI EKSPRESİ'NİN YAZARI İLE AYNI KOĞUŞU PAYLAŞAN İSVEÇLİ MİLLİYET'E KONUŞTU

İPEK YEZDANİ-MİLLİYET


Türkiye'nin yurtdışındaki imajını yıllarca olumsuz etkilediğine inanılan "Geceyarısı Ekspresi / Midnight Express" filmini duymayan kalmamıştır. İstanbul'da uyuşturucu ile yakalanıp hapse giren Billy Hayes adlı bir Amerikalının cezaevi günlerini anlattığı kitabını yönetmen Alan Parker sinemaya aktarmış ve Türkiye ile ilgili kötü sahneler nedeniyle onyıllardır devam eden bir öfke ortaya çıkmıştı. İşte bu filmin gerçek hayattaki kahramanlarından İsveçli Bengt Björklund, 38 yıl sonra ilk kez İstanbul'a geldi. 1969'da Gülhane'de kaldığı bir otelde 30 gram esrarla yakalanıp İstanbul'da 5 yıl hapis yatan ve "Geceyarısı Ekspresi"nde
Erich karakteriyle canlandırılan Björklund, bugün İsveç'te Romanların çıkardığı Romani Glinda adlı dergide çalışıyor. İstanbul'a da İsveç Enstitüsü'nde düzenlenen Romanlarla ilgili bir sempozyumu izlemek ve belgelemek üzere geldi. 38 yıl önce mutfaktaki atık su deliğinin yanında kaldığı Sultanahmet Cezaevi'ni ise yıllar sonra ziyaret eden ve yerinde Four Seasons Hotel'in renkli çiçeklerle dolu avlusunu gören Björklund'un yorumu şöyle oldu: "Sanki her şey gerçek dışı..."


İstanbul'a ilk gelişinizi anlatır mısınız, buraya ne amaçla gelmiştiniz?
İstanbul'a ilk kez 1968'de geldim. O zamanlar bir hippiydim, aslında Hindistan'a gitmek istiyordum. İstanbul'da da üç-dört ay kalmayı planlıyordum. Sultanahmet'te, buraya gelen bütün hippilerin mutlaka uğradığı bir muhallebici vardı. Ben de oraya gittim, orada başka hippilerle, Japonlarla tanıştım. Bir gün Japon arkadaşımın bulduğu bir Türk satıcıdan içmek için 30 gram esrar satın aldık. İstanbul'da bir de Japon bir kızla tanışmıştım, onunla Gülhane'deki otelde birlikte kaldığımız bir gece odamı polis bastı. Odamdaki 30 gram esrarı bulup bizi karakola götürdüler. Orada "Esrar sattığını biliyoruz, itiraf et" dediler. Ben "hayır" deyince de falakaya yatırdılar. Sonra mahkemeye çıkardılar; bana 12 yıl 3 ay, Japon arkadaşıma 8,5 yıl, Japon kız arkadaşıma da 2,5 yıl hapis cezası verdiler.


"Babalarla" esrar partisi


Sonra Sultanahmet Cezaevi'ne götürüldünüz.
Evet, mahkemeden sonra Sultanahmet Cezaevi'ne götürüldük. İçeri ilk girdiğimde gördüklerime inanamamıştım; perişan bir bina, binlerce mahkum, askerler, bugünkü halinden çok farklı bir görüntü tabii... Cezaevi o kadar kalabalıktı ki kendime ancak mutfaktaki atık su deliğinin yanında uyuyacak bir yer bulabildim. Neredeyse 40 yıl sonra buraya tekrar döndüğümde cezaevinin yerinde Four Seasons Hotel'i bulunca gözlerime inanamadım, her şey çok gerçek dışı geldi.


Ne kadar kaldınız Sultanahmet'te?
Beş ay. Sonra Toptaşı Cezaevi'ne sevk edildim. Orada sizin ünlü mafya babalarından Kürt İdris ve Dündar Kılıç'la aynı koğuştaydık. Bir gün yanıma gelip "Ot içiyor musun?" diye sordular, ben "evet" diyince kendilerinkinden çıkarıp bana da verdiler, sonra birlikte içmeye başladık. Daha sonra oradan da Bayrampaşa Cezaevi'ne gittim.


"Türk cezaevlerindeki şartlar İsveç'ten daha iyiydi!"



Buradan İsveç'e nasıl sevk edildiniz?
O zamanki Türk kanunlarına göre eğer bir yabancı burada hapis cezasına çarptırıldıysa bu cezayı kendi ülkesinde de çekebiliyordu ancak İsveç kanunları buna uygun değildi. O dönem Danimarkalı bir diplomatın oğlu Türkiye'de 30 kilogram esrarla yakalanıp cezaevine konmuştu, sırf onun için Danimarka hükümeti bir yılda yeni bir kanun çıkarıp onun Danimarka'ya sevkini sağladı. İsveç hükümetinin benim için bu kanunu çıkarması ise yıllar sürdü! Beş yıl sonra cezamın kalanını çekmek üzere yanımda Interpol'den bir polisle birlikte İsveç'e gönderildim, orada altı ay cezaevinde kaldım ancak çok sıkıntı çektim. İsveç'teki cezaevinde tecrit vardı ve şartlar buradakinden çok daha kötüydü. Türkiye'de cezaevinde kendi giysilerim, gitarım, resim yapmak için boyalarım, kitaplarım vardı. İsveç'teki cezaevinde ise bunların hepsini elimden aldılar.


İki ülkenin cezaevlerindeki mahkumlar arasında ne gibi farklar vardı?
Türkiye'de 40 yıl önce cezaevindeki insanlar, dışarıda rastladığım insanlardan çok da farklı değillerdi. Oturup her şeyden konuşabiliyorduk, güzel dostluklar kuruyorduk. Ama İsveç'teki mahkumlar ciddi suçlu profiline sahip insanlardı. Sürekli soygun yapmaktan, adam öldürmekten falan bahsediyorlardı ama tabii ben de o konulara ilgi duymadığım için çok sıkılıyordum.


O yıllarda buradaki cezaevinde şartların İsveç'tekinden daha iyi olduğundan bahsediyorsunuz, bu bazıları için kulağa biraz inanılmaz gelebilir...
Olabilir ama gerçek bu, bir kere İsveç'te tecrit yani izolasyon vardı. Bir de ben serbest kaldıktan sonra hayatta yaptığım her şeyi Türkiye'deki cezaevinde öğrendim. Resmi, müziği, şiiri... Serbest kaldıktan sonra bir sürü sergi açtım, cezaevinde gitar çalıp müzisyenliğimi ilerlettiğim için değişik gruplarda gitar çaldım. Şiir yazmaya başlamıştım, çıktıktan sonra iki tane şiir kitabı çıkardım. Yani 19 yaşında girip 24 yaşında çıktığım cezaevi benim üniversitem oldu.


Peki neredeyse 40 yıl sonra buraya ilk kez geldiniz, nasıl hissediyorsunuz?
Kendimi eve geri dönmüş gibi hissediyorum. Çünkü burada çok güzel anılarım, dostluklarım oldu. İlk iş olarak o yıllarda gittiğim muhallebiciye (Lâle Pudding Shop'a) tekrar gittim. Orada yine aynı adam beni karşılayıp tanıdı! Yanındakilere beni "Bakın bu Türkiye'nin ilk hippisidir" diye tanıttı, birlikte oturup çay içtik. Tabii benim kaldığım Sultanahmet Cezaevi çok değişmiş, otel olmuş, oraya gidince kendimi çok tuhaf hissettim. Ama genel anlamda İstanbul'a döndüğüm için kendimi çok mutlu hissediyorum.



 "Billy Hayes ile yakındık ama erotik banyo sahnesi yalan"


"Geceyarısı Ekspresi" romanını yazan Amerikalı Billy Hayes'le de Bayrampaşa'da tanıştınız galiba...
Evet, tabii. Billy cezaevine girdiğinde ben zaten bir yıldır içerideydim. O Bayrampaşa'ya benden sonra geldi. Ama o benim gibi 30 gramla değil, iki kilo esrarla yakalanmıştı. Bayrampaşa Cezaevi de o zaman yeni yapıldığı için hiç filmde gösterildiği gibi perişan değil, bakımlı bir binaydı.


"Filmi hiç beğenmedim çünkü ırkçı ve abartılı"


Billy Hayes'le yakın mıydınız?
Evet ama filmde ikimizin arasında geçen erotik banyo sahnesi gerçekte kesinlikle yaşanmadı. İkimiz arasındaki sahnelerden bir tek ona meditasyon yapmayı öğrettiğim sahne doğru, diğerleri hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor, hele de duş sahnesi (gülüyor)! Zaten filmden sonra Billy Hayes'i aradım, onunla görüşmeye çalıştım ama o maalesef telefonlarıma çıkmadı.


Biliyorsunuz, bu film yıllarca Türkiye'nin yurtdışındaki imajını olumsuz etkiledi. Peki orada nasıl bir hayatınız vardı? Filmde sizin ve diğer yabancı mahkumların yaşadıklarına ilişkin anlatılan olaylar ne derece doğruydu?
Bir kere ben filmi hiç sevmedim çünkü filmde anlatılanlar kesinlikle gerçekleri yansıtmıyor, abartılı sahnelerle dolu ve son derece ırkçı bir film. Film ilk çıktığı zaman, Stockholm'deki film şirketi bana özel bir gösterim yaptı. Ancak film, bizim yaşadığımız gerçeklerden çok uzaktı. Hatta senaryoyu yazan Oliver Stone ile yönetmen Alan Parker'ın Türklere karşı özel bir düşmanlıkları olabileceğini düşündüm. Tabii ki cezaevinde kötü bazı olaylar da yaşanmıştı ama birkaç kötü olayı sanki her anımız öyle geçmiş gibi yansıtmışlardı. Oysa zamanımızın çoğu iyi geçiyordu. Ben cezaevinde resim yapıyordum, gitar çalıyordum, kitap okuyordum. Entelektüellerle, sanatçılarla tanıştım, çok güzel dostluklar kurdum. Bu hikayeyi anlatan ben olsaydım, benim hikayem tamamıyla farklı olurdu. Pek çok hoş insan, entelektüel tartışmalar ve güzel anılar. Falaka kısmı hariç tabii (gülüyor)!


Cezaevinde baba oldu, kızını 17'sine kadar göremedi


Bengt Björklund'un Bayrampaşa Cezaevi'ndeki anıları bunlardan ibaret değil: "İçeride" bir de evlilik yapmış! Beraber yakalanıp yargılandığı ve aynı cezaevine düştüğü Japon kız arkadaşı Yoşi'nin hamile olduğunu öğrenince ona evlenme teklif etmiş. Dönemin cezaevi müdürü, Yoşi'yle Björklund'a kendi odasında nikah kıymış. Björklund'un şahidi de İstanbul'daki İsveç başkonsolosu olmuş. Yoşi, Björklund'un Christina adını koyduğu kızlarını cezaevinde doğurmuş ancak serbest kaldıktan sonra Christina'yı İsveçli bir aileye evlatlık vermiş. Björklund "Ben bunu kesinlikle istemedim ama cezaevinde olduğum için engel olamadım" diyor.
Björklund şu anda 37 yaşında olan ve İsveç'te yaşayan kızını ilk kez 20 yıl önce, 17 yaşındayken görmüş. İkinci görüşmeleri ise 11 yıl önce gerçekleşmiş, karşılaşmalarını "Kızımın çocukları olmuştu ve yaşları benim en küçük oğlumdan daha büyüktü" diye anlatıyor. O günden beri de bir daha görüşmemişler. Peki, Yoşi'ye ne oldu? Björklund "Yoşi'yi o serbest kaldıktan sonra bir daha hiç görmedim. Beş yıl önce Amerika'da kanserden öldüğünü duydum" diye yanıtlıyor.
Björklund'un İstanbul'dan sonra da son derece maceralı bir hayatı olmuş. Serbest kaldıktan sonra sırasıyla İsveç, İngiltere, Danimarka, Hollanda ve Brezilya'da yaşamış; Liman işçiliği yapmış, resim ve müzikle hayatını kazanmış. Danimarka'da tanışıp evlendiği Amerikalı bir kadınla ikinci evliliğini yapmış, ondan Joia adlı ikinci kızı doğmuş. Daha sonra gittiği Brezilya'da eşinden boşanıp bir Brezilyalıyla birlikte olmuş. Yedi yıl sonra İsveç'e dönmüş, 10 yıl önce de şu andaki eşi olan Jertrude ile evlenmiş. Jertrude'dan da çocukları olan Björklund, şu anda toplam beş çocuk babası bir gazeteci.



Sıradaki Haber İçin Sürükleyin