İŞTE MEHMET BARLAS'IN YAZISI
Politikacı gerçek gündemi kaçırmamalı...
Her yeni gelen iktidarın ve başbakanın, öncekilerden farklı
olmasını bekliyorsunuz. Neticede insanın diğer canlılardan farkı,
yaşananlardan ders alıp, eski hataları tekrarlamaması değil mi? Ama
politikacılar hep aynı torna tezgahından çıkmış gibiler. Rahmetli
Turan Güneş "Biz politikacılar diğer insanlardan farklıyız. Çünkü
vücut salgılarımız farklı" derdi.
AK Parti iktidarının ve Tayyip Erdoğan'ın da bu genellemenin
dışında kalmalarını beklemek galiba hataydı.
Geçen hafta Erdoğan'ın, arkadaşımız Aslı Aydıntaşbaş'la
Johannesburg'daki bir kahvede yaptığı sohbeti okumuşsunuzdur.
Başbakan basındaki yayınlardan yakınıyor ve şöyle diyordu bu
sohbette:
- Peki, Ankara'da otur diyorlar, onu da yapalım. Şirketten çekil
dediler, onu da yaptık. Ama yine de buluyorlar eleştirecek bir şey.
Ben eleştirmeyin demiyorum. Ama yanlış yazılması çok kötü. Ama
artık okumuyorum gazeteleri.
Düşünün ki bu sözleri söyleyen politikacı, demokrasi tarihimizin
medya tarafından en fazla destek gören iktidarlarından birinin
Başbakanı'dır.
Bu desteğin nedeni, belki medya sermayesinin kamuya göbeğinden
bağlı olmasıdır. Belki muhalefetteki bilinçsizlik ve dağınıklıktır.
Belki de ekonomide ve AB ile ilişkilerde sağlanan başarı, AK Parti
iktidarına medyadan hak ettiği desteği sağlamıştır.
Ama bütün bunlar Erdoğan'a yetmemektedir. Ve eleştiriler
yüzünden
"Artık gazeteleri okumuyorum" diyecek noktaya gelmiştir. Benim
artık kıdemli olmuş bir gazeteci olarak diyeceğim şu:
- Canı isteyen okur, canı istemeyen okumaz gazeteleri. Zaten bu
ülkede gazete okumayanların sayısı, okuyanlardan kat kat fazla.
Neticede gazeteler kimseyi iktidar yapamıyor. Gazetelerin bir
partiyi iktidar yapacak gücü olsaydı, bugün Tayyip Erdoğan değil
Mesut Yılmaz başbakan olurdu.
Ancak bir önemli nokta daha var eklemem gereken.
- Politikacılar gazete okumadıkları zaman, nerelerde hata
yaptıklarını ve altlarının nasıl oyulduğunu da göremezler. Sadece
çevrelerindeki şakşakçıların yönlendirmesine bağımlı olarak
yaşamaya başlarlar. Gerçek ötesi bir pembe dünyaya bağımlı
oldukları için, inişe geçtiklerini fark etmezler.
Ben bunu en son, Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında görmüştüm. 28
Şubat 1997'de meşhur muhtıra verilmişti. Erbakan'la Ankara'da
birkaç gün sonra görüştüğümde, 28 Şubat muhtırası ertesinde medyada
yer alan yorumlar için "Bunlar suni gündem" nitelemesi yapmaktaydı.
O görüşmemizde Fehim Adak ve Hasan Hüseyin Ceylan da vardı. Çok
açık bir dille, "Gündem suni değil gerçek, siz aslında bir darbe
ile devrildiniz" demiş ve geçmişteki örnekleri hatırlatmıştım.
Sonunda, istifa edip gündemi değiştirmek için başbakanlığı Çiller'e
bırakarak erken seçim kararı almalarının doğru olacağı noktasına
gelmiştik. Bunu yaptı ama G8 Zirvesi'ne kadar bırakmadı
başbakanlığı. O sürede de TBMM'deki DYP Grubu dağıtıldı ve atanmış
Mesut Yılmaz Hükümeti oluşturuldu.
Şimdi ortada bir muhtıra yok. Tayyip Erdoğan tek başına iktidarın
sahibi.
Ama basında özellikle dış politikadan kaynaklanan uyarı niteliğinde
eleştirilerin ve yorumların yoğunlaştığı dikkati çekiyor. Bazen
IMF'ye, bazen ABD'ye, bazen AB'ye çekilen restlerin gereksiz olduğu
ve her seferinde bu restlerin yutulduğu hatırlatılıyor. Ancak bu
restleşmelerin, AK Parti'nın dışa dönük kimliğinde olumsuz izler
bıraktığı ve Türk ekonomisinin dışa bağımlı kırılganlığı hep
vurgulanıyor.
Başbakan Erdoğan canı isterse okusun gazeteleri, istemezse
okumasın.
Ama bu genç yaşında Erbakan kadar yaşlanmış olmaktan da kaçınması
gerekir. Gazeteleri okumazsa, hoşuna gitmeyen her şeyi "Suni
Gündem" olarak görür ve patronlarının egosunu cilalamayı
"Danışmanlık" sanan çevresine bağımlı bir sanal dünyada, kendini
hep doğru yoldaymış zanneder.