Yaşadıklarım beni daha demokrat yaptı
Durağan bir hayat bana uygun değildi. Hoşuma gider böyle şeyler." diyen Bilgin, ancak bu olaylardan sonra dünyaya bakışının değiştiğine dikkat çekti. "Daha demokrat, daha liberal oldum. Avrupa Birliği yanlısı oldum. Eskiden daha hoyrattım. Artık daha az haksızlık yapma çabam var." sözleriyle bu değişimin çerçevesini çizdi. Dinç Bilgin, çöküşü başlatan Etibank'ın alım süreciyle ilgili de çarpıcı bilgiler verdi. Etibank'ın kendi- lerine satılmasına dönemin Devlet Bakanı Güneş Taner'in göz yumduğunu düşünen Bilgin, bankayı aldıktan sonra Taner'in kendisine, 'Şimdiye kadar ben senin bahçende oynuyordum, şimdi sen benim bahçemde oynuyorsun, benim elimdesiniz' dediğini aktardı. Bakan'ın gönül ilişkisine dair bir haberin Taner'le aralarını açtığını vurgularken, haberin kaynağını da ilk kez açıkladı: Semra Özal.
Güneş Taner haberini Semra Özal vermişti
TMSF ile ilişkilere gelelim. Oraya ödemeniz gereken borç tamamen
bitti mi?
Çoktan bitti. TMSF'ye borcum yok
Başka bir yere?..
Yani şimdi onları bilemeyeceğim ne olacağını. Benim mal varlığım
satılacak. Diğerlerinden farklı olarak bizde bir tasfiye yapılıyor.
Bu işin kamuoyunu, dolayısıyla basını ilgilendirecek tarafı, benim
iki bankam, dolayısıyla kamudan kullandığım iddia edilen paradır.
Etibank'ta borcun belki üç katı, beş katı ödendi şimdiye kadar. Ben
kamuoyuyla hesaplaştım.
Dolayısıyla diğer borçlarım sizi ilgilendirmez
diyorsunuz...
Onu söylemek istiyorum. Etibank'ı satın aldın. Millet mevduat
yatırdı buraya. O mevduatların bir kısmını kredi olarak kendi
şirketlerine kullandın. Bunun hesabını ver dendi bana. Suçlandığım
şey banka kaynaklarını bir daha geriye dönmeyecek şekilde
kullanmak. Sonuçta iş yargıya düştü. Maddi gerçek inkar edilmeyecek
şekilde ortaya çıktı ki, ben Etibank'ın kaynaklarını geriye
dönmeyecek şekilde kullanmamışım. Benim Etibank'tan kullandığım
kredilerin kat be kat üstünde mal varlığım varmış. O mal varlığım
işte satıldı. Etibank'tan kullandığım kredileri, kredilerin
faizlerini kat be kat ödeyecek teminatları zaten vermişim. Yani
kamuoyu ile hesaplaştım ben. Şu anda TMSF ile tasfiye
aşamasındayız. Hesaplarıma bakıyorlar. Hesapları tasfiye ediyorlar.
Bana bir şey sordukları yok. Ben onlara soruyorum zaman zaman ne
olacağız diye.
Bir de sizin borcunuza indirim yapılacağından söz etmişti TMSF
başkanı. Herkese yaptığımız indirimi kendisine de yapıyoruz diye. O
neydi efendim?
Valla onun cevabını bana göre TMSF'nin vermesi daha doğru olur.
Faizlerle büyümüş rakamlar. Gecikme faizi uygulamışlar. Yani faizde
indirim daha yapmadılar. İnşallah yapacaklar.
Anlamadığım bir şey var. Sizinle Ciner arasında imzalanan gizli
belgeyi TMSF'ye vererek Sabah ve atv'nin satışını sağladınız. Ve
dolayısıyla borcunuzdan kurtuldunuz. Ciner bu belgeyi geçersiz
kılan teslim ve imha protokolünü sundu mahkemeye. Bunun da gerçek
çıktığını okuduk. Siz bu belgenin altındaki imzaların sahte
olduğunu iddia etmiştiniz. Dolayısıyla size Ciner'e iftira atma
suçundan kamu davası açıldığını da okuduk.
Bu konuda sizin de bahsettiğiniz gibi yürümekte olan bir dava
var. Onun için bu konuda konuşmak istemiyorum.
Bu dava hangi dava? Size açılan dava mı?
Bizim onlara açtığımız dava, onların bize açtığı dava.
Karşılıklı davalarımız var.
Sizin sunduğunuz o gizli belge mi doğru, yoksa onu ortadan
kaldıran belge mi?
Bizim yaptığımız her şey doğru.
O belgeyi geçersiz kılan teslim, imha belgesi...
Öyle bir şey yok. Ben öyle bir belgeye imza atmadım. Bu haber
yalnızca Habertürk'te çıktı. Kendi televizyonunda öyle dedi. Ben
haklılığımı mahkemede kanıtlayacağım.
Yani mahkeme Ciner'in lehine öyle bir karar vermeden mi böyle
uyduruk bir haber çıktı?
Evet evet.
O belgenin altında Önay Bey'in imzası olabilir mi?
Yani 1,1 milyar dolarlık bir varlığı, karşılıksız olarak tek bir
imza ile niye ortadan kaldırsın? Yani işin pek mantığı yok.
Siz Sabah ve atv'ye ilk el konulduğu zaman Turgay Ciner'e o
benim kara gün dostum demiştiniz.
Doğru doğru.
Aileme ve bana sahip çıktı dediniz.
Aileme sahip çıktı demedim. Bana yani işe sahip çıktı dedim. O
arada işi başka türlü devam ettirmem çok zordu.
İşte iki yüz bin dolar bana maaş bağladı falan diye laflarınızı
hatırlıyorum.
Öyle bir şey de demedim. Ben böyle şeyler konuşmam hiç.
Peki aranızdaki gizli belgeyi TMSF'ye vererek Turgay Bey'e kazık
attığınızı düşünüyor musunuz?
Ben yanlış yaptığım kanaatinde değilim. Bu iş sonradan bir kafa
koparma operasyonuna döndü. Dava devam ederken işi mahalle
kavgasına döndürme niyetinde değilim.
Yavuz Semerci, "Dinç Bilgin'in tarihi birlikte iş yaptığı
insanları eninde sonunda deşifre etmeye dayalıdır" diyor. Doğru mu
söylüyor?
Öbür tarafa transfer ücreti ile geçtiği zaman söylediği laf
bu.
Sırası geldiğinde açıklanacak başka gizli bir belge var mı diye
sorsam kızmazsınız değil mi?
Kızarım, kızarım. Sanki böyle belge biriktiren, zamanı gelince
dışarı çıkartan... Böyle bir şey olmadı. Benim bütün derdim Sabah'ı
korumaktı. Çünkü tedbir konmuştu. Kağıtlarına el konmuştu. Mal
alamıyordu. Çok zor durumdaydı. O zor durumda tek derdim, işin
devamını sağlamaktı. İşin devamını sağlamak için belki de pek de
uygun olmayan kimselerle iş yaptım. Ama onun sebebi o andaki
çaresizliğimdi.
İnsanlar düşene bir tekme daha mı vuruyorlar?
Yok, çok iyilik yaptığım adamlar dönüp bana fenalık yaptılar
gibi bir duygu içerisinde değilim ben. Böyle bir büyük ihanetin
pençesine düşmüş zavallı Dinç filan, yok öyle şey. Öyle bir ruh
halim hiç olmadı.
Sizin için burnu yere düşse almaz, çok kibirlidir derler. Doğru
mudur?
Öyle görünüyordur. Bunun sebebi daha içine kapanıktım. Pek fazla
insanlara açılamayan, bir miktar mahcubiyetim vardı. Öyle
algılanıyor. Yani işte böyle etrafına bakmayan, yüz vermeyen
filan.
Neden mahcubiyetiniz vardı?
Yetişme tarzıyla alakalı. Büyük hatalarımdan bir tanesi,
insanları kırıp döktüm bir yerde. İstemeden, bilmeden.
Demek ki sizde çocukluktan kalan bir öfke, bir acı var.
Yo yo, değil. Yalnızlığımı yaşardım o zamanlar. Şimdi daha
rahatladım.
Zafer Mutlu ile karşılaştığınız zaman içinizde hâlâ bir öfke
kabarır mı?
Hayır hayır, geçti. Tamamen geçti. Onlar sonuçta kendi
hayatlarını kurdular. Kimseye karşı yok öfkem. Onlar Sabah'tan
ayrılıp ayrı bir gazete kurdukları zaman bir miktar kızdım. Hayal
kırıklıklarım oldu. Ama baktım ki haklı sebepleri de var. Haklı da
çıktılar.
Zafer Mutlu ile Mehmet Barlas arasında bir Güneş Taner polemiği
yaşandı. Bu polemikte doğruyu kim söyledi?
Mehmet Barlas'ın söylediği doğru değil. Önünde diz çöktü falan
öyle şeyler doğru değil. Orada meslek kazası vardı. Doğrudur.
Sabah'ta bir haber yayınlandı. Güneş Taner ile güzel bir kızın
ilişkisi var gibilerden. Ama bunları yazmamak lazım. Haberi veren
de Semra Özal'dı. Yani o haberden hepimiz pişman olduk. Bazen
meslekte oluyor öyle kazalar.
Bu kazadan kim sorumluydu?
Kızın da bakanın da ismi yazılmamıştı aslında. Sonra bakan kendi
kontrol ettiği kamu kuruluşlarının Sabah'a ilan vermesini
yasakladı. Buna tabii dolaylı olarak tepki gösterdik. Ama Zafer
gitti, bakanın önünde diz çöktü, rica etti. Bunlar palavra. Bunun
palavra olduğunu Mehmet de biliyor. Niye söyledi bilmiyorum.
İnsanlar kızdıkları zaman birbirlerine kötü bir şey söylemek, onu
yaralayacak bir şey söylemek ihtiyacı hisseder. Benim mesela öyle
bir ihtiyacım kalmadı onu söyleyeyim. Eskiden işte o basın
kavgaları olurdu. Başka gazeteler bize denmedik laf bırakmazlardı.
Biz mukabele ederdik falan. Öyle duygularım kalmadı.
Çünkü gücünüz kalmadı.
Yalnız öyle değil. Şimdiki aklım olsa yaptırmazdım. Doğru
şeyleri yazdırırdım. Kızdığım için canını acıtacak bir şey bulma
gibi yollara izin vermezdim.
Fakat bu öyle bir kaza olmuş ki sizin sonunuzun belki de
başlangıcı olmuş. Diyorsunuz ki bir röportajda, Güneş Taner bunun
intikamını Etibank gibi ayıplı bir malı bize satarak aldı.
Doğru, doğru. O satmadı da, bize satılmasına göz yumdu. Bankayı
aldıktan sonra bana şimdiye kadar ben senin bahçende oynuyordum,
şimdi sen benim bahçemde oynuyorsun dedi. Yani muameleler bitmişti.
Artık benim bahçemdesiniz. Benim elimdesiniz dedi.
Güngör Mengi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Güngör benim çocukluk arkadaşım. Onun da ayrılmasına çok
kızmıştım, üzülmüştüm. Ama bakıyorum şimdi karı koca mutlular.
Kendi açısından doğru yapmış. Yani benimle beraber kalıp o kadar
büyük sıkıntılar çekeceğine, kendisine yeni bir hayat kurmuş. Şimdi
artık kendisine kızmıyorum. Kızgınlığımı içimde erittim.
Sizin yüzünüzden bir sürü çalışan mağdur oldu
Sabah'ta...
Doğru.
Bunların haklarını nasıl öderim gibi bir vicdan azabınız var
mı?
Hayır şöyle. Kendi başıma da gelmemiş olsaydı, çok zengin biri
olsaydım hâlâ elbette o sıkıntıyı çekerdim. Ama dalga geldi, bize
çarptı götürdü. Elimden bir şey gelmesi mümkün değil yani. O dalga
çarpıp götürürken basının büyük bir kesimi de bundan büyük bir
memnunluk duydu. Zaten hep böyle olur. Birine felaket gelince
öbürleri sevinir. Sonuçta ben kendimle barıştım. Rahatım. Problemim
yok. Sanırım en sonunda TMSF'nin yeni yönetimiyle de uzlaştım.
Kamuyla da ilişkimi bitirdim. İşte en son SSK hesabını
kapattık.
Yaşadıklarım beni daha demokrat yaptı
Oğlunuz Önay Bey size fiziki olarak çok benziyor. Dünyaya
bakışınız da benzer mi?
Tabii dünyaya bakışımızda çok paralellikler var. Siyasi görüş
olarak ben ona göre daha liberalim. O biraz daha merkeze
yakın.
Çocuklarınız sizi hiç suçladılar mı?
Hayır hayır. Yani babalarının iddianamede söylenen suçları
işleyecek birisi olmadığını onlar da pek iyi biliyorlar. Ben eminim
suçlayanlar da biliyordu. Ben hatırlıyorum. Beni sorgulayan savcı,
çok haklısınız Dinç Bey ama kamuoyu dedi, ne yapayım. Böyle bir
Türkiye'ydi o zaman. İnşallah şimdi aynı Türkiye değildir. Şimdi
içeridekiler açısından da söylüyorum. Yani Ergenekon'da çok ciddi
şeyler olmaması mümkün değil. Bir sürü siyasi cinayet işlendi.
Maktuller var ortada. Ama adalet terazisinin çok hassas tartması
lazım. Yani böyle kamuoyu baskısı ile insanlar suçlanmamalı. Yine
kamuoyuyla da suçları örtbas edilmemeli.
Eşiniz bu süreci nasıl yaşadı?
Bir miktar acı çekti. Ben yaşadıklarımdan pişmanlık duyan birisi
değilim. İlginç şeyler yaşadım. Böyle durağan bir hayatta bana
uygun bir hayat değildi. Hoşuma gider böyle şeyler. Bu olaylardan
sonra dünyaya bakışım değişti. Daha demokrat oldum. Daha liberal
oldum. Daha Avrupa Birliği yanlısı oldum. Türkiye artık bir Avrupa
ülkesi olsun diyorum. Belçika gibi olsun. Hollanda gibi
olsun.
Aman Belçika demeyin, bölünüyor, Belçika diye bir ülke
kalmıyor.
Kalmasa bile Flamanya ile Valonya olur. O da pek büyük sorun
olmasa gerek. Daha böyle dünya vatandaşı olalım, daha Avrupalı
olalım. İşte 17 tane kızcağız öldü. Ona da başka bakalım. Çocuk
haklarından bakalım. Oraya göndereceksek çocuklara da soralım. Yani
çocuklar yalnız anne babalarının malı değil. Mesela liberal
takılanların bir kısmı bunu da görmüyorlar. Sağ basın hiç görmüyor
maalesef.
Bunların sizin yaşadığınız kişisel sıkıntılarla bağını
kuramadım.
Yani gazete sahibi olmaya devam etseydim belki bunları düşünme
vaktim olmayacaktı. Belki de o kavgalar gürültüler arasında daha
farklı bir kişiliğim olacaktı. İnsanların yaşlandıkça kişilikleri
değişiyor. Daha katılaşıyorlar. Hele böyle bir iş kavgası içindeyse
çok farklı oluyor.
Yaşadığınız sıkıntıların size bu fırsatı verdiğini
düşünüyorsunuz...
Tabii tabii. Ne diyorlar daha kamil insan ol. Ben kendime böyle iltifat etmeyeyim de şimdi eleştirirken insanları daha insaflıyım. Eskiden değildim. Daha sabırsızdım. Yani daha az haksızlık yapma çabam var. Eskiden daha hoyrattım. Biliyorum, hissediyorum yaptıklarımı.
NURİYE AKMAN