BASINIMIZDA 'IRKÇILIK' VE 'HOMOFOBİ' TARTIŞMASI

Biri Hürriyet yazarı Hadi Uluengin'in Mardin'deki katliamın sorumluluğunu "Kürtlük"le ilişkilendirmesiyle başladı, diğeri ise Ali Bulaç'ın bir televizyon programında şiddet eğilimini homoseksüellikle ilişkilendirmesiyle. Birisi "ırkçılık"la suçlandı, diğeri "homofobi" ile. Ancak ikisi de yaptıklarının "sosyolojik" bir tahlilden başka bir şey olmadığını savunuyor. Peki bu tartışmalarda diğer köşe yazarları ne diyor?..

Google Haberlere Abone ol
BASINIMIZDA 'IRKÇILIK' VE 'HOMOFOBİ' TARTIŞMASI

HÜRRİYET YAZARLARI 'IRKÇILIK' TARTIŞMASINDA İKİYE BÖLÜNDÜ


Ruşen Çakır'ın "ırkçı" bulduğu Hadi Uluengin'in yazısına ilk destek gazetesinin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ten gelmişti. Özkök "Bizim mahalleye sığın Hadi'ciğim" başlıklı yazısıyla Uluengin'i desteklemiş, ardından kendisini de "ırkçılık" eleştiren Ruşen Çakır'a "Kürtler üstün bir ırk mı" diye yanıt vermişti.


Bugün ise Hürriyet'in iki yazarı daha tartışmaya katıldı. Uluengin ve Özkök'ün yaklaşımlarını eleştiren bu yazarlar özetle şunu diyor:


Ahmet Hakan: Ben bir Kürt olsa idim...


"Bu gazetede yayınlanan Hadi Uluengin imzalı yazıya da, o yazıya destek veren Ertuğrul Özkök imzalı yazıya da fena halde içerlerdim.
Ben bir Kürt olsa idim...
Toptancı bir yaklaşımla ırkımın itham altında bırakılmasından büyük üzüntü duyardım. Irkımın mensuplarının yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki sosyal yapının ürettiği sorunların başına, mensup olduğum ırkın adının yazılmasına şiddetle itiraz ederdim.
Ben bir Kürt olsa idim...
Alınırdım, içerlerdim, rahatsız olurdum, sorun ederdim ve bir özür beklerdim."


Ferai Tınç: Töre cinayetlerinin dini, ırkı olmaz


"En baştan söylüyorum. Töre cinayetleri, kan davası, namus cinayetleri Türkiye’de daha çok Güneydoğu’da Kürt kökenli vatandaşlar arasında görülse bile kesinlikle belli bir ırk ya da belli bir dine ait bir özellik olarak yorumlanamazlar
...
NAMUS cinayetlerine töre der, ırksal ya da dini kılıf altında onları "ötekileştir"mek kadınlardan başlayarak toplumda şiddetin her gün yeniden kendisini üretmesine alışmak anlamına gelir.
Size bir örnek. Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da başka bir erkekle ilişkiye giren evli bir kadın ve onunla birlikte olan erkeğin öldürüldüğü davada Yargıtay, "töreye göre sert tepki verilmesi doğal" yorumuyla cezayı müebbetten beş yıla indirdi.
Yargıtay Kürt mü?
Hayır. Demek yasanın namus anlayışına göre yorumlanması, törenin eşitliği temel alan hukuk devletinin önüne geçmesi için mutlaka Kürt, mutlaka Müslüman olmak gerekmiyor."


RUŞEN ÇAKIR ELEŞTİRİSİNE BİR OKUR MEKTUBUYLA DEVAM EDİYOR


Hadi Uluengin'in yazısını NTV'deki Yazı İşleri programında eleştirerek bu tartışmayı başlatan Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, bugünkü yazısında Amerika'da doktora eğitimi almakta olan Mardinli bir gencin mektubunu köşesine taşıyor:
"Şu an Amerika’da iyi bir üniversitede doktora yapmaktayım. Çok çocuklu bir ailenin üyesi, işçi bir babanın ve başörtülü bir annenin evladıyım. İlkokul arkadaşlarımdan eğitimine devam edebilen üç-dört öğrenciden biriyim ve kendimi çok şanslı addediyorum. Şu an dağda terörist, köyde korucu ya da askerde emir eri olabilirdim mesela. Kendim gibi birkaç şanslı öğrenci dışında Kürt gençlerine biçilen roller değil mi bunlar geldiğimiz 2000’li yıllarda dahi? Herhalukarda elimde kendi insanıma silah doğrultuyor olabilirdim. Kendi insanına silah doğrultmanın normalleştirildiği, insan hayatının bu kadar ucuzlaştırıldığı bir bölgede, insanımın, özellikle genç arkadaşlarımın her taraftan maruz kaldığı türlü maddi, manevi sıkıntılar, süregelen çok taraflı psikolojik baskılar sizin de malumunuzdur. PKK bir taraftan, devlet adına hareket ettiğini iddia eden birtakım örgütler/tetikçiler bir taraftan, yine devlet adına hareket ettiğini iddia edenler tarafından desteklenen aşiret sistemi ve koruculuk sistemi başka bir taraftan... Yıllardır süregelen inkar politikaları, terör bahanesiyle geri bırakılmışlık, eğitimsizlik, terk edilmişlik vs. Özetle devletsizlik!
Bütün bu parametreleri bir kenara bırakıp ‘bu olay bir Kürt meselesidir’ demenin, kolaycılığın ötesinde, manevi bir katliam olduğunu, ırkçılığın daniskası olduğunu bile göremeyecek kadar nasıl körleşebiliyorlar? Tahmin edersiniz ki töreyle, kan davasıyla ya da şiddetle uzaktan yakından ilişkim yok. Ailem ve akrabalarımın da. Kendi ailem gibi birçok Kürt ailenin de. Bunu belirtmemin de ne kadar anlamsız olduğunu biliyorum. Travmatik bir süreç yaşamadıkça hiç bir insanın ırkı, menşei ne olursa olsun şiddet eğilimi gösterme ihtimalinin düşük olduğuna inanıyorum. Bu olayı ırkla, Kürtlükle açıklayabileceklerini ve kendilerini sıyırabileceklerini düşünenlere ise acıyorum.”
Okur, “Bu caniliği bütün bir Kürt halkına mal etmenin, ‘Kendilerine çeki düzen versinler...’ deme şımarıklığının... Hem de ülkenin en çok okunan gazetelerinden birinde... Söyleyecek söz bulamıyorum...” demiş. Söylenecek çok söz var ve elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce, imkanlarımız dahilinde söylüyoruz. Söyleyeceğiz de. Çünkü iyi cumhuriyet çocukları böyle yapar.


DOĞAN GRUBU'NUN DİĞER GAZETELERİNDEKİ YAZARLAR NE DİYOR?


Milliyet'ten Taha Akyol


Akyol, "Kürt töresi?!" başlıklı yazısında, sosyolojik olarak bir realiteden bahsedilse bile bundan çıkarılacak sonuçlar ve ortaya çıkacak izlenimler konusunda dikkatli olunması gerektiği uyarısında bulunuyor:
"Bugün Türkiye’deki namus ve kan davası cinayetlerinin Kürtler arasında daha yaygın olduğu toplumsal ve istatistiksel bir gerçektir. Ama bunun sebebi onların Kürt olmaları değil, bu tarihsel ve sosyolojik faktörlerdir.
Bu töreleri Kürt kimliğinin bir özelliği diye nitelemeyi ‘politik doğruculuk’ açısından yanlış buluyorum. Zaten Kürtlerin büyük çoğunluğu bu törelere karşıdır.
Hem gerçekler görülmeli hem yapıcı bir dille anlatılmalı.
...
Töre cinayetleri yüzünden “Kürtler böyledir” diyormuşuz gibi bir izlenim yaratmaktan da dikkatle sakınmak gerekir."


Radikal'den İsmet Berkan


Berkan da "Töre cinayeti, 'Kürt sorunu' mudur?" başlıklı yazısında Taha Akyol'la benzer bir noktadan eleştiriye katılıyor:


"... Türkiye’de Kürt etnik kimliğine sahip olanların geri kalmışlığı, hâlâ feodal ilişkiler içinde yaşamaya devam etmesi doğru bir tespittir. Ama ‘töre cinayeti’nin sadece bu ‘geri’ yaşama biçiminden kaynaklandığını, o yaşama biçimine yaygın biçimde sahip olanların da Kürtler olmasından hareketle ‘Töre Kürtlerin sorunudur, Kürt sorununun bir parçasıdır’ demek bence doğru değil.
Çünkü esasında, ‘töre cinayeti’ adını kolayca verdiğimiz vahşet türünün yegâne üreticisi, o ‘geri’ saydığımız yaşama biçimi değil.
...
Bu cinayet biçimi Türkiye’de yaşayan herhangi bir etnik gruba özgü olmadığı gibi Anadolu coğrafyası için ‘özgün’ bile değil. Gelişmiş Batı toplumlarında da bu çeşit cinayetlere rastlanabiliyor, Suriye gibi, Pakistan gibi,
Hindistan gibi, çeşitli diğer Arap ülkeleri gibi ‘kadın sorunu’nun yoğun ve şiddetli yaşandığı diğer kültür ve ülkelerde de.
Ama öte yandan, ortada adam gibi bir istatistik olsa ve son on yılda işlenen ‘töre cinayetleri’nin ne kadarının hangi etnik kökene mensuplar tarafından işlendiğini bilsek bence anlamlı olurdu. O bakımdan, bir suç türünün bir etnik grupta diğerlerine göre daha yaygın olduğunu saptamak ve söylemek bence illa ki ırkçılık değildir. Ama bu saptamadan hareketle kolayca ırkçı argümanlara geçilebilir, unutmayın, dikkatli olun.
Sanıyorum Türk basınında son dönemdeki tartışmada işte o sınıra çok dikkat edilmedi."


AKŞAM YAZARI NAGEHAN ALÇI'DAN ULUENGİN VE ÖZKÖK'E DESTEK


"'Politik doğruculuk' kapanına biz de kendimizi kaptırmayalım" diyerek Hadi Uluengin'e destek çıkan Nagehan Alçı özetle şunu söylüyor:
"Sanırım Kürt, Ermeni gibi halklara yakıştırılan 'mazlum imajı' öyle güçlü ki, bu imaj onlarla ilgili 'romantik bir mit' yaratmış. Bu mit de onları dokunulmaz kılmış. Garip bir 'aman çocuğu uyandırmayalım' psikolojisi çıkmış ortaya.
Oysa biz bu gün nasıl Türklüğe dokunuyorsak, bu ülkenin şovenizmini yeri geldiğinde yerden yere vuruyorsak Kürtlükle ilgili de aynı açıklıkla konuşabilmeliyiz. Üstelik bunu hep beraber yapabilmeliyiz. Aksi takdirde Türk milliyetçiliğinin yer yer 'ezici ve aynılaştırıcı' olduğunu söylerken, Kürt milliyetçiliğini yüceltmeye izin vermiş olmaz mıyız?"


"HOMOFOBİ" TARTIŞMASINDA İLK SÖZ TARTIŞMAYI BAŞLATAN ALİ BULAÇ'A


Ali Bulaç: Sözlerimi çarpıtarak linç girişiminde bulunuyorlar
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, CNN Türk'teki 'Reha Muhtar'la Çok Farklı' programında sarf ettiği sözlerinin çarpıtıldığını söylüyor. Zaman gazetesinden Fatih Vural'a yaptığı açıklamada Bulaç, "Olay, bir medya grubunun linç girişimine dönüştü. Gündemi değiştirmeye çalışıyorlar." dedi. Irak ve Afganistan'daki şiddetin eşcinsel askerler tarafından yapıldığı şeklindeki yorumun kendisine ait olmadığını, bunu programda da ifade ettiğini söyleyen Ali Bulaç şöyle devam etti: "Arap aydınları arasında bir-iki senedir yaşanan bir tartışma var. 2003'ten beri Irak ve Afganistan'da işgal var ve siviller ölüyor. Arap aydınları da, sivilleri katletmeye yönelik saikleri araştırıyor. Aralarından bazıları da eşcinsellerin daha agresif olduğunu söylüyor. Ben de bu iddiayı dile getirdim. Ama kendi düşüncemmiş gibi yansıtıldı." Bulaç, televizyon programında dile getirdiği görüşlerin bir tez olduğunu ve henüz ispatlanmadığını hatırlattı.
Kendisinin eşcinselleri hedef haline getirdiği ve bu sebeple Cemil İpekçi ile tartıştığı yönündeki haberlerin kasıtlı olarak çarpıtıldığını ifade eden Ali Bulaç, şöyle konuştu: "Evet, en başta Cemil İpekçi'nin böyle bir itirazı oldu. Ancak ben kimseyi hedefe koymadığımı ve nefret duygusu beslemediğimi programda da belirttim. İyi bir insan olabilmenin yolunun eğitimden geçtiğini de ifade ettim. İpekçi de bu görüşümü doğruladı ve ortak bir noktada buluştuk." Ünlü sosyolog, kimseyi hedef göstermeden, bir iddiayı dile getirmenin düşünce özgürlüğü kapsamında, tartışma konusu bile yapılamamasından yakındı. 2004 yılında yapılan hukuki düzenlemelerle birlikte, eşcinsellerin özel hayatlarının güvenceye kavuştuğunun altını çizen Ali Bulaç, özel yaşama saygı gösterilmesi gerektiğini belirterek, kendisinin de böyle davrandığına vurgu yaptı.


EN DİKKAT ÇEKİCİ ELEŞTİRİ İSLAMİ KESİMİ YAKINDAN TANIYAN AHMET HAKAN'DAN GELDİ


Hürriyet'in "polemikçi" yazarı Ahmet Hakan, bugünkü köşesinde hem "ırkçılık" polemiğine hem de "homofobi" polemiğine dahil oldu. Ancak, geçmişte İslami kesimin içinde yer alan biri olarak "homofobi" tartışmasında belki de en can alıcı noktaya parmak bastı ve "İslamcı aydın"ın eşcinselliğe yaklaşımını sorguladı.


‘İslamcı aydın’ın eşcinsellikle sınavı


ÖNCE İslamcı yazar Ali Bulaç’ın, “eşcinsellik” konusunda söylediği şu sözlere bakalım:
“Eşcinsellik geliştikçe insanların kitlesel olarak öldürülmeleri hızlanıyor. Eşcinsellikle sivillerin savaşta katledilmesi arasında bir orantı var. Şu anda Irak ve Afganistan’da kitleler halinde sivil halkı öldürenlerin çok önemli bir kısmının eşcinsel olduğu söyleniyor.”
Eğer Ali Bulaç...
“Eşcinsellik üç büyük dinde de günahtır” deseydi... “Din bunu kabul etmez” deseydi... “Lut kavmi”nden söz etseydi... Hatta “Eşcinsellik konusunda hiçbir gerekçe beni ikna etmiyor” deseydi...
Sorun yoktu...
Ama Ali Bulaç, bunları söylemek yerine, kurnazlık yapıp olayı “günah kategorisi”nden çıkarmaya kalkışınca işin rengi değişiyor.
Peki Ali Bulaç’ın hedefi ne?
Ne olacak? “Günah kategorisi”ne fazlaca ehemmiyet vermeyen “seküler” insanları da eşcinselliğe karşı kışkırtmak.
Bunun için insafı ve vicdanı bir tarafa bırakıyor ve eşcinselleri “sivilleri katletmek” gibi “yeryüzünün en büyük insanlık suçu”yla itham ediyor. 
Üstelik bu saçma suçlama için elinde hiçbir kanıt da yok...
Üstelik insanlık tarihi, heteroseksüel erkeklerin savaşa yatkınlığını kanıtlayan sayısız örnekle dolu...
Kısacası Ali Bulaç, hem bu saçma iddiaya inanarak cehaletini sergiliyor, hem de bir grubu savaş suçlarının sorumlusu ilan ederek büyük bir haksızlığa imza atıyor.
Halbuki “Şarap içmek İslam’a göre günahtır” demek ile “Eşcinsellik İslam’a göre günahtır” cümleleri arasında bir fark yok.
O halde Ali Bulaç’a soralım:
Ey Ali Bulaç!
Neden tartışmayı günah alanında yürütmüyorsun?
“Benim inancıma göre şarap içmek günahtır ama ben içene karışmam” diyebiliyorsan, aynı ölçüyü neden eşcinsellik konusunda da sergilemiyorsun?
Seküler insanları da etkilemek için kurnazlık yapıp eşcinsellere fazladan çamur atmanın ne âlemi var?


AKİF BEKİ; "NE İÇİNDESİNDİR ÇEMBERİN NE DE DIŞINDA"


Radikal'in tartışmalı transferlerinden Akif Beki, belki hala İslami kesimle olan bağları nedeniyle bu konuda net bir tavır sergileyemiyor. Özetle şunu diyor:
"Eşcinsel ve Müslüman’ başlıklı yazım...
Değil mi ki, ‘Cevap soruda gizlidir; bazen sorup, peşini bırakmak lazım’, dedim.
Bu kez sorular, benim peşimi bırakmadı.
‘Peki senin cevabın nedir?’ diye soruyorlar.
İtikad konularında bir fırka daha var.
Adı, Mürci’e.
Benim görüşüm, işte şu kadarcık onlara benzer:
Neyin günah, neyin sevap olduğuna fetva veremem.
Bu dünyada kimsenin günah-sevap defterini tutmak da bana düşmez.
Herkesin inancı da, yaşam biçimi de, günahı da, sevabı da kendine.
Ne hesap gününün zabıt kâtibiyim.
Ne de cehennem zebanilerinden el aldım.
Bu dünyanın krallığı da bana ait değil.
Allah’ın işine ise hiç karışmam.
Diyorum ki;
Alman usulü, herkes kendi hesabını kendi kesesinden, kendi iman cinsinden ödesin."


RADİKAL'İN BİR DİĞER YAZARI TÜRKER ALKAN İSE TARTIŞMANIN NETAMELİ BİR NOKTASINA DEĞİNİYOR


"Televizyondaki tartışma programlarının gediklilerinden Zaman yazarı Ali Bulaç, Irak ve Afganistan’daki sivil katliamları eşcinselliğe bağlayınca ortalık karıştı... Sivil toplum örgütü Kaos-GL ‘Homofobisine’ kılıf arıyor” dedi.
Son günlerde eşcinsellik nedense gündem maddelerimiz arasına girdi...
Eşcinseller tarih boyunca çok dışlandılar ve eziyet edildiler. Varlıklarını kabul ettirebilmeleri, toplumun bir parçası olarak algılanmaları yakın geçmişte, demokratik ülkelerde gerçekleşen bir durumdur. Bizde de son yıllarda eşcinsellerin gittikçe daha görünür hale gelmeleri demokratikleşme eğiliminin bir parçasıdır sanırım. Bundan dolayı sevinmek mi gerekir, üzülmek mi, herkesin meşrebine bağlı olmalı.
Bizde olsun, diğer Ortadoğu ülkelerinde olsun, ‘erkekliğe’ verilen değer nedeniyle ‘homofobi’, yani eşcinsellerden ve eşcinsellikten çekinme, korkma, yaygındır. Bazı hınzır psikiyatrlara göre ise homofobi aslında gizil eşcinselliğin bir göstergesidir! Yani, psikiyatride kabul edilen savunma mekanizmalarından birisi olan ‘tepki geliştirme’ yoluyla, kişi, korktuğu eğilimleri bastırmak için asıl duygularının tam tersini sergiler. Eşcinsellik eğilimleri varsa, bunu bastırmak için eşcinsellerden ve eşcinsellikten nefret eder!
Bu psikolojik çözümlemeler doğru mudur, değil midir, bilemeyeceğim. Fakat, aksinin kanıtlanması mümkün olmayan bir iddiadır bu. Ve doğru kabul edersek, eşcinsellerin toplumda çoğunluk olduğunu da kabul etmiş oluruz gibime geliyor.
Ortadoğu ülkelerinde gizil veya açık eşcinselliğin çok yaygın olduğu iddiasını ileri sürenler, bu bölgede erkeklerin ve kadınların toplum içinde bir araya gelmelerinin engellendiğini, kadınların ancak kadınlarla, erkeklerin de erkeklerle arkadaşlık edebildiğini, bu ayrımcılığın da eşcinselliğe neden olduğunu ileri sürerler. Toplum içinde erkeklerin erkeklerle, kadınların da kadınlarla öpüşmesi, ama erkelerle kadınların pek öpüşmemeleri de kanıtları arasındadır.
‘Evet, erkek erkeğe öpüşürüz, ama cinsel bir amaçla değil’ diye söylenip durmayın, bu inadınızla, gizil bir eşcinsel olduğunuzu kanıtlamaktan başka bir şey yapmış olmazsınız!"


ECE TEMELKURAN: ARKADAŞ OLABİLİR MİYİZ ALİ BEY?


Milliyet'ten Ece Temelkuran da konuyu İslamcı aydınların homoseksüelliğe bakışı açısından ele alıyor ve şunları söylüyor:


"... Öyle sanıyorum ki, Ali Bulaç’ın bu ‘zihin bulamacı’, kendini öncelikle Müslüman olarak tarif eden, hatta Bulaç’a saygı duyan entelektüel kesimde bile rahatsızlık yaratmıştır. Zihinleri ve kalpleri eşcinsel vicdani retçilerin yanında duracak kadar açık genç İslami çevrenin midesi, bu gerici ve kokuşmuş cümlelerden benim midem kadar bulanmıştır. Ama mesele orada bitmiyor...
Ali Bulaç’ın çaresizliği tek kişilik değildir. Acaba bugün bizlere demokrasi, özgürlük, adalet, bireyin özgür seçim hakkı konularında durmaksızın dersler veren İslamcı aydınlardan, yazarlardan kaçı bir canlı yayında eşcinsellik ve eşcinsel haklarıyla ilgili duruşunu açıklamaya cesaret edebilir? İslamcı kesimden eşcinsel hakları için mücadele verenlerle birlikte görünecek kadar yürekli, kadın ya da erkek, kaç ‘delikanlı’ vardır?
Ali Bulaç İslamcı ideolojinin en müstehcen bilinçaltını bir canlı yayında sergilemiş olabilir ama aynı kesimden kaç kişi bu söylenenleri kınayacak yüreğe sahiptir?
Bekliyorum. Gazetelerine ve dergilerine bakacağım. Göreceğiz bakalım var mı öyle bir babayiğit? Mahallenin iyi aile terbiyesi almış çocukları gibi yapıp bu ‘pis’ konularla ilgilenmemeyi tercih etmeleri kimseyi tatmin etmez.
Bu toplumsal bir meseledir ve eğer bu ülkeyle ilgili tahayyülleri ve o tahayyülleri gerçekleştirecek kudretleri varsa, kafalarının arkasında eşcinseller ve bu meselede eşcinsellerin yanında durmayı seçenlerle ilgili sakladıkları şeyleri bilme hakkımız vardır..."


KONUYA BİLİMSEL AÇIDAN YAKLAŞAN REHA MUHTAR DA ÇÖZÜMÜ DEMOKRASİDE GÖRÜYOR


Köln Üniversitesi Genetik Bölümü uzmanlarından Mehmet Saltürk’ün homoseksüellikle ilgili bilimsel açıklamasına yer verdiği yazısında Reha Muhtar görüşünü şöyle ortaya koyuyor:
"Hayatta insanların yaşam biçimlerinin özgürlüğünü savunmak ” demokratlığın olmazsa olmaz “ koşulu...
Ben isterdim ki, her konuda bireyin yaşam hakkını, giyim hakkını, inanç hakkını savunan ” demokrat “ beyinler, bilimsel veriler ışığında herkesin cinsel ayrımına da aynı saygıyı gösterebilsin...
Darbecilik berbat da...
Irkçılık, faşizm, insanlara nefret aşılama, kadınlara, cinslere, etnisitelere göre ayrımcılık berbat değil mi yoksa?.."

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin