Almanya’nın en saygın gazetecilik ödülü “Leipzig Basın Özgürlüğü ve Medya’nın Geleceği Ödülü” dün akşam Leipzig’de yapılan törenle Türkiye’den gazeteci Nedim Şener’e ve İranlı muhalif yönetmen Jafar Panahi’ye verildi.
Avrupa Basın ve Medya Özgürlüğü Merkezi ile Leipzig Sparkasse
Vakfı tarafından düzenlenen ödül törenine Avrupa’nın değişik
ülkelerinden çok sayıda gazeteci, Avrupa Parlamentosu üyeleri,
Leipzig Belediye Başkanı da katıldı.
Jürinin bu yıl 15’incisi verilen ödül için dünyanın değişik
ülkelerinden 48 gazetecinin isminin belirlediği ve Nedim Şener ile
Jafar Panahi’nin seçildiği açıklandı. Dün akşam yapılan ödül
törenine, İran yönetimi tarafından 20 yıl yurtdışına çıkış yasağı
konulan Jafar Panahi katılamadı. Onun yerine ödülü kardeşi Yosoef
Panahi aldı. Jafar Panahi’ye, eleştirel filmler çektiği için İran
yönetimi tarafından 20 yıl mesleğini yapma yasağı da verildi.
Panahi buna rağmen “Taksi Tahran” filminde olduğu gibi küçük el
kamerasıyla filmler çekip, yurtdışına çıkarıp yayınlayabiliyor.
Pahani özgürlük konusunda verdiği bu mücadeleden dolayı daha önce
de Cannes Film Festivali ile Berlin Film Festivali gibi
organizasyonlar tarafından ödüllendirildi. Jüri Nedim Şener’e
verilen ödülün gerekçesini ise şöyle açıkladı:
"Nedim Şener’in devletin, istihbarat örgütlerinin ve adli
makamların hedefi haline gelmesi, haftalık Türk Ermeni Gazetesi
Agos'un editörü Hrant Dink'in katledilmesi üzerine yaptığı
araştırmalar nedeniyledir. Şener gözünü korkutmayı amaçlayan bu
çabalardan etkilenmemektir ve gerçeği aramak ve habercilik için
mücadele etmek uğruna fedakarlıkları göze almaktadır."
ÖDÜLÜ HRANT DİNK’E ADADI
Nedim Şener, törende yaptığı konuşmada, ödülü Hrant Dink’e ve dünya
üzerinde öldürülen tüm gazetecilere adadığını söyledi. Şener
konuşmasında şunları söyledi:
“Tam 7 yıldır bir gerçeği anlatmaya çalışıyorum. Ama gerçeği
anlatmanın bu kadar zor olduğunu ve bu kadar bedel ödemeyi
gerektirdiğini düşünmemiştim.
Hrant Dink; polisin, jandarmanın, Türk istihbaratının gözü önünde
öldürülmüştür. Kimi devlet görevlileri ve istihbaratçılar Hrant
Dink’in katillere hedef gösterilmesinde rol oynamış, öldürülmesine
seyirci kalmış, hatta cinayette rol oynamıştır.
Ben sadece ve sadece Dink cinayetinin işlenmesinde ihmali ve kastı
bulunan polislerin kurduğu bir komplo ile "Ergenekon" adlı silahlı
örgütün üyesi olmakla suçlanarak, tutuklandım. Amerika'da yaşayan
Fethullah Gülen adlı kişinin kurduğu dini gruba bağlı oldukları
ortaya çıkan bu polislere göre; ‘Ergenekon’ adlı sözde örgüt,
Dink'i de öldürmüştü. Dolayısıyla Dink cinayetini araştıran ben,
cinayeti işlediği iddia edilenlerle aynı örgütün üyesi gibi
gösterildim. Böylece beni aşağılayarak, yok etmek istediler.
Fakat en acısı, ulaştığım gerçekler karartılarak, Dink cinayetinin
gerçek suçluları ‘demokrasi kahramanı’ olarak gösterilmek
istendi.
Beni komployla bu davaya dahil edenler; yani Fethullah Gülen
Tarikatı'na bağlı polis şefleri, bugün Hrant Dink'in öldürülmesinde
ihmalleri ve kasıtları olduğu iddiasıyla tutuklanarak, üç yıl önce
benim kaldığım cezaevine kondular. Beni ‘Ergenekoncu’ olmakla
suçlayıp tutuklatan savcı ise Türkiye'den kaçtı. Ve şimdi, şu anda
benim ödül aldığım Almanya’da bir kaçak olarak yaşıyor.
Kamu gücünü arkalarına alan bu çetenin; Türkiye’de Ergenekon
operasyonlarını başlatabilmek için başta Hrant Dink'in öldürülmesi
olmak üzere, Hıristiyanlara yönelik insanlık dışı saldırılara
seyirci kaldıkları anlaşıldı. Böylece amaçlarına da ulaştılar.
Sözde Ergenekon örgütü adı altında muhalefeti cezaevine
doldurdular.
En korkunç gelen kısmı ise aynı çeteye bağlı gazetecilerin, o
polisleri yargılanmaktan kurtarmak için meslektaşları Hrant Dink
cinayetini karartma çabalarıdır.
Bunun için beni ‘terörist’ ilan etmekten kaçırmadılar. Onlar da bu
suçun parçası haline geldiler.” (DHA)