Giydiklerimiz ve giymediklerimize dair
Başbakanın gezisini izleyen gazeteci grubundan bir arkadaş, bayan
meslektaşlara dönerek, "Başörtülerinizi getirdiniz mi?" sorusunu
ortaya attı... Adı önünde 'İslâm Cumhuriyeti' ibaresi bulunan
Pakistan'da bütün kadınların başlarını örtmelerinin 'zorunlu'
olduğunun düşünülmesi doğal... Türkiye'de, pek çok kişi, 'İslâm'
denildiğinde hemen bu konuyu aklına getiriyor çünkü...
Ben ise, heyetteki bayan gazetecilere 'başörtüsü' konusunda
takılındığını duyduğumda, yıllar önce yaşadığım şaşkınlık aklıma
geldiği için, galiba biraz da yüksek sesle, gülmekten kendimi
alamadım...
Londra'da yaşadığım dönemde cuma namazını kent merkezindeki küçük
bir mescitte kılardım. Hutbeyi, ara ara, adının önünde 'Dr.' unvanı
da bulunan genç bir Pakistanlı okur, ardından da namazda önümüze
geçerdi. Hutbe için uzun hazırlıklar yaptığı belli olurdu genç
adamın; üslubu etkileyiciydi... Namaz sonrası takdirimi
belirtmekten kendimi alamazdım...
Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlar bayram namazlarına ailelerinin
bütün fertlerini getirirler. Yine bir bayram günüydü. Aynı mescide
gittim. Bizim 'Dr.' Unvanlı, bir üniversitede öğretim üyesi
Pakistanlı namazı kıldırıp bayram hutbesini okudu. Dışarı çıkıp
bayramlaştığımızda, her hafta arkasında namaz kıldığımız genç
Pakistanlı'nın kendisi gibi genç eşiyle de tanışmış oldum. Alt
Kıta'ya ait geleneksel 'sari' giysisi içindeydi genç kadın; Hint
filmlerinden hatırlayabileceğiniz üzere, geleneksel giysinin göbek
nâhiyesi biraz aralıktır... Pakistanlı hatibin eşinin giysisi de
göbek hizasından aralıktı o bayram günü...
Nasıl şaşırdığımı tahmin edemezsiniz...
Daha sonra, yine Londra'da düzenlenen Hz. Peygamber için yazılmış
şiirleri şâirlerinin bizzat okunduğu 'Naat gecesi'ne katıldım.
'Naat geceleri', eğitimlilerinin şiir düşkünü olduğu bilinen
Pakistan'da sıkça tekrarlanan bir âdetmiş... Londra'daki gecede,
'Peygamber aşkı' her hallerinden belli olan Pakistanlı kadınların,
kendi yazdıkları naatleri okudukları sırada, bazılarının başları
hafif örtülü olsa bile bir çoğunun başının açık olduğunu gördüğümde
artık şaşırmam gerekmiyordu...
Epey uzun yıllardan beri, ülkelerdeki İslâmî uygulamaların 'farklı'
olabildiğini biliyorum. Nitekim, Pakistan'da, gözleri dışında her
yerini kapatan kadınlar olduğu gibi, üç parçalı giysisiyle dolaşan
da çok... Sayısız İslâmî partinin siyaset yaptığı ülkede kimse
kimseye karışmadan sürüyor hayatlar... Burada görevli bir gazeteci,
"Nereye gitsem, Türk olduğumu öğrenenlerin ilk tepkisi, ülkemizdeki
başörtüsüne dönük uygulamaları dile getirmek oluyor" dedi bana.
Sıradan halk yanında diplomatlar ve subaylar da aynı soruyu
yöneltmekteymiş...
Söylememe herhalde gerek yok: Heyetimizdeki genç bayan
gazetecilerin, Malezya ve Pakistan'da Türkiye'dekinden farklı bir
kılığa girmeleri gerekmedi. Malezya'da isteyen örtüyor başını,
isteyen örtmüyor; örtülü olanlar, hiç değilse benim dikkat
ettiklerim, eşarp olarak desensiz ve pastel renklileri tercih
ediyorlar. Pakistan ve Malezya, yöneticilerinin iddiaları açısından
'İslâmî' sayılması gereken ülkeler olduklarına göre, Türkiye'de
bazılarının, "Bunlar iktidara gelirse her kadının başını örterler"
paranoyasının yanlışlığı hemen anlaşılır...
Bu geziye, daha öncki dönemlerde başbakanları izleyen gazete
yöneticisi ve yazarlar fazla rağbet etmedi. Hatta Tayyip Erdoğan'ın
genel başkan sıfatıyla yaptığı dış gezileri bile Malezya-Pakistan
gezisine katılanlardan daha zengin bir gazeteci grubu izlemişti.
Türkiye'de önemli olayların yaşandığı, yurtdışı gelişmelerin
ülkemizi fena halde ilgilendirdiği bir dönem olmasına rağmen,
muhabir arkadaşlar dışında, birkaç Ankara temsilcisi ve bir-iki
yazardan ibaret bir gruptuk...
Sanıyorum, başbakanın gezilerini planlayanlar, göze batmaması
imkânsız bu ilgisizliğin sebeplerini araştırıp tedbir almayı ihmal
etmezler...
Benim görebildiğim en önemli sebep, gazetecilerin hak etmedikleri
haksız bir muameleye tâbi tutulmaları... Malezya'da da Pakistan'da
da heyetin genelinin kaldığından farklı otellerde konuk edildik;
kaldığımız oteller diğerlerinden geri (Pakistan'da bayağı geri)
idi. Biz de işadamları ile aynı ücreti ödüyoruz; yani bu, herşeyden
önce, 'haksız' bir tavır... Farklı otelde kalmanın olayları
izlemeyi zorlaştırması da cabası...
İkinci sebep de, gezilerde 'medyaya açılım' çok sınırlı oluyor.
Başbakanlararası görüşmelere AA ve TRT'den muhabirler alınıyor, o
kadar... Programdaki etkinliklerin çoğu yerel görevliler tarafından
medyaya kapatılıyor. Oysa, program üzerine pazarlıklar sırasında,
"Bizim medya her olayı izleyecek" diye direnilebilir pekâlâ...
Hadi şu sebebi de yazayım: Eskiden kalma alışkanlıkla, Kuala Lumpur
ve İslâmabad'ta Tayyip Erdoğan şerefine verilecek 'resmi dâvetlere'
katılmam gerekebilir diye, siyah takım elbisemi yanımda götürdüm.
Her iki ülkede resmi ziyafetlere bizler çağrılmadık. Ne yapayım,
ben de, Tayyip Bey'i kaldığı Punjab House'da ziyarete gittiğimizde
giydim siyah elbisemi...
Giyim-kuşamlı bir yazı oldu bu ama, olsun; yoksa, "Yediğin içtiğin
senin olsun, orada neler giydiğinizi anlat" diyen siz değil
miydiniz?
BAŞBAKAN´IN YURTDIŞI GEZİSİNE KATILAN TAHA KIVANÇ: GAZETECİLER HAKSIZ MUAMELEYE TABİ TUTULDU
Başbakan Erdoğan´ın Malezya ve Pakistan´a yaptığı geziyi izleyen gazetecilerden biri de Yeni Şafak´tan Taha Kıvanç, nam-ı diğer Fehmi Koru´ydu. Koru, gazetecilerin işadamları ile aynı parayı ödemesine rağmen farklı otellerde konuk edilmelerini eleştirdi.
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin