Ayşe Arman'ı eleştirenlere Tuğçe Tatari'den cevap: "Keşke siz elinizi o taşın altına soksaydınız"

Serdar Turgut mu, İsmail Küçükkaya mı? Kadın gazeteciler mi, erkekler mi? Gazete mi, televizyon mu? Medyanın 'sözünü esirgemeyen' yazarı Tuğçe Tatari, Sayım Çınar'ın sorularını yanıtladı...

Google Haberlere Abone ol
Ayşe Arman'ı eleştirenlere Tuğçe Tatari'den cevap: "Keşke siz elinizi o taşın altına soksaydınız"

Tuğçe ile üç yıl önce yapmıştım en son söyleşiyi. Gündem olacak önemli meseleler konuşmuş, gazeteciliğe bakışı ile ilgili önemli ipuçları barındıran bir işe imza atmıştık. Aradan üç yıl geçti, şimdi daha olgun, daha güçlü ve daha çok sözü olan bir gazeteci var karşımda. Tuğçe Tatari ile medyayı, gündemi, polemiklerini konuştuk.



Üç yıl önce Salomanje’deydik, şimdi aradan bunca zaman geçtikten sonra tekrar bir aradayız. Daha olgunsun, yaşlanmamış ama birçok şey kazanmanın verdiği bir olgunluğa ulaşmışsın. Akşam’da birçok şey değişti, sen ise hep köşende cesurca kalemini oynatmayı sürdürdün.



5 senedir Akşam’dayım. Gazete adına çok konuşmak istemem ama İsmail Küçükkaya gazeteyi yazar odaklı bir anlayıştan, muhabir ve haber ağırlıklı bir gazete haline getirme taraftarı oldu hep. Dijital ortamı çok önemsiyor. Sanırım bu sebeplerle o değişiklikler oldu. Ben ise aynı çizgide devam ediyorum.



Akşam’da radikal değişiklikler oldu ama s



 


enin çok okunman hiç değişmedi.



İnsanların ne okumak istediğine kafa yormak gerek. Belli bir süre sonra neyin okunup okunmayacağını anlar hale geliyor insan. Çoğunlukla benim ilgimi çeken  okurun da ilgisini çekiyor.



“Korkarak gazetecilik yapılmaz.”



Son yıllarda seni mahkeme kapılarında, siyasi olayların içinde, gazeteci davalarında görüyoruz. Cesur bir duruşun var. Bunu nasıl anlamalıyız? Sosyal medya hesaplarında da son derece aktifsin, cesur açıklamalar yapıyorsun, önemli çıkışlarda bulunuyorsun.




 


Gazeteci cesur olmak zorunda değildir diyen meslektaşlarım var. Ben tersini düşünüyorum. Korkarak gazetecilik yapılmaz. Alkışlanması gereken bir şey değil, zaten olması gereken, gazeteciliğin doğal getirisi. Birilerini kaybetmek ya da bir tarafa iyi görünmek için gazetecilik yapılmaz, yazı yazılmaz. Çok fazla mahkeme kapısında görülüyorsam, bunun sebebi son dönemde gazetecilere yönelik davaların çokluğundandır.



Birkaç ay önce Polat Residence’da bir yangın çıktı. Sen bunun üzerine Mendereslerin Laneti adlı bir yazı kaleme aldın. Çok bilgilendirici bir yazıydı, meseleyi daha iyi kavramasını sağladı okurun. Bu yazı Polat ailesine dokunuyordu. Bu yazıyı yazdıktan sonra nasıl tepkilerle karşılaştın?



Hiçbir aileye iyi ya da kötü görünmek gibi bir derdim yok. Beni ilgilendirmiyor ailelerin güçleri. Bu durum yazılan çizilen bir durumdu, demek ki unutulmuş ve benim yazım tekrar hatırlattı. İronik bir yazıydı bir yönüyle. Ortak tanıdıklarımız üzerinden kimi tepkiler geldi ama yazdığım çoğu yazının ardından böylesi tepkiler gelir, doğal karşılıyorum bu durumu.



Pınar Selek ile ilgili de delil yok ama müebbet var diyorsun, önemli yazılar yazdın. Bu dava ile ilgili ne söylemek istersin?



Daha önce beraat kararı verilmiş biri ile ilgili gelinen son noktanın müebbet olması çok korkunç. Trajikomik bir hal. Adalete olan inancını zedelendiği bir davadır Pınar Selek davası. Bence Pınar Selek’e sonsuz sınırsız destek vermek gerekiyor. Mısır Çarşısı’nı patlatmakla suçlanıyor. Delil var mı? Yok. Yargılama süreci sağlıklı mı? Hayır. Peki biz ikna olmuş muyuz? Hayır. O halde Pınar Selek’in arkasındayız.



Haydarpaşa, Cağaloğlu’ndaki İl Milli Eğitim Müdürlüğü yandı son dönemde, yangınlar çıkıyor ardı ardına, Galatasaray Üniversitesi yandı en son. 



Sonuçta sisteme karşı bir inançsızlık ve güvensizlik durumu var. Hiç kimse artık yangınların kendiliğinden çıkmış olabileceğine inanmıyor. Buraların yanması ve sonradan otele dönüştürülebilme ihtimalinden çok; şehrin tarihi dokularının yok olması asıl mesele. Galatasaray Üniversitesi’nin ihmaller sonucu yandığı ortaya çıkacak belli ki. Tarihi yapılara kıymet vermeyi, korumayı öğrenmeliyiz artık.



“CHP’nin iyi muhalefet edememesinin en temel sebebi tembel olması.”



Siyasete geçelim isterim. CHP son dönemde çok ciddi tartışılıyor, ciddi bir kan kaybı söz konusu. Birçok yazar eleştiriyor ama CHP hiç değişmiyor, sence neden iyi bir muhalefet partisi olamıyor CHP, neden hep kendi içinde bir takım sıkıntılar yaşıyor? Kimi noktalarda BDP bile daha cesur.



CHP’nin içinde aslında çok kıymetli, vizyonu geniş, çalışkan ve benim de çok beğendiğim milletvekilleri var, ancak ne yazık ki sayıları çok az. CHP’nin iyi muhalefet edememesinin en temel sebebi tembel olması. Ne dersine iyi çalışıyor, ne karşısına koyulan tezlere karşı bir antitez üretebiliyor, acemice ve çocukça davranıyor.



MHP de zayıf bir muhalefet partisi. Başbakan sürekli oyunu yükseltmekte. Ortam öylesine boş ki.



AKP aslında tek başına siyaset yapıyor, karşısında  bir muhalefet yok. Bir şeylerin tekrar yapılanması için belki de dağılması ve sil baştan toparlanması gerekiyor. Belki de CHP’nin de ihtiyaç duyduğu şey bu.



“Kadınların içinde olduğu her türlü mücadelenin başarılı olacağına inanıyorum.”



Medyada kadınların yeterince politikayla ilgilendiğini düşünüyor musun? Tahmin etmeyeceğimiz bir takım insanlar siyasetle ilgilenmeye başladılar, bu sevindirici bir durum şüphesiz ancak yine de sayı yeterli değil gibi geliyor bana.



Ben kadınlara çok inanıyorum. Kadınların içinde olduğu her türlü mücadelenin başarılı olacağına inanıyorum. Yıldırmak zor. Ancak her kadın yazar politikayla ilgilenmeli demek de komik olur. Ana akım medyayı es geçersek bir takım internet sitelerinde, bloglarda ve ana akımın dışında kalan gazetelerde takip ettiğim ve beğendiğim kadın gazeteciler var ve sayılarıda hiç az değil.



Kadınların etkin olduğu bir takım televizyon programları var. Dört Bir Taraf örneğin. Sana da televizyon program teklifleri geliyor olmalı.



Geliyor evet, özellikle bu tarz üçlü dörtlü tartışma programı konseptleri. Çok haz ettiğim bir konsept değil bu. Televizyonda olmam için gerçekten hoşlandığım, değişik bir projenin olması gerekiyor.



Enver Aysever’e konuk oldun. Fazla çıkmıyorsun ve seni ekranda görmek güzel bir deneyimdi. Nasıl tepkiler aldın devamında, yorumlar nasıldı?



İnsanların çok fazla şaşırdığını düşünmüyorum, okuduklarıyla ters düşmeyen bir kadınla karşılaştılar. Enver’in programını beğeniyordum, yeni bir soluk olduğunu düşünüyorum. O sebeple o programa konuk olmayı istedim. Yoksa her programa katılmayı çekici bulmuyorum.



Soğukkanlı, ciddi bir tavrın ve duruşun var. Onca yaftalama çabasına karşın, duymazlıktan geliyorsun. Köşeni yazıyorsun. Bu soğukkanlı tavrını nasıl koruyorsun?



Temeli olmadan, sadece arkadaşlarıma bakarak bana belirli politik görüşleri yapıştırmaya, yakıştırmaya çalışmak çok komik, gülüyorum bu duruma. Bana ‘birşeyci’ diyebilmesi için kişinin önce beni okumuş olması, gözlemlemiş olması gerekiyor.  Cehaletten hoşlanmam, alay ederim ben.



Bağımsız bir tarafın da var, özgün bir duruşun var.



İnsanların alışık olduğu gibi biri değilim, bunun bilincindeyim..



“Gazeteciler biraz kolay ve erken korktular bence.”



Gazeteci tutuklanmaları, serbest bırakılmalar, Türkiye bir rekora gidiyor adeta. Köşe yazarlığı yapmaktan korkuyor bence insanlar artık. Türkiye’deki gazeteci formatının değiştiğini düşünüyorum.



Gazeteciler biraz kolay ve erken korktular bence. Mesleğin geleceği ve bağımsızlığı adına mücadele vermediler. Sanırım belirli bir konum ve egoya ulaşınca  işler değişiyor. O güne kadar kazanılan ün ve parayı kolay kolay gözden çıkartamıyorlar. İşte o noktada gazetecilik mesleğinin o kişi için bitişi başlıyor. Vazgeçmemek için ödün vermeye başlıyor ve lükslerinden vazgeçmemek için boyun eğiyorsun. ‘Ne yani hapishaneye mi girseydik’ diyenler olabilir, muhalefet etmenin, haksızlıkların, hataların peşine düşmenin, haber yapmanın, maske düşüren yazılar yazmanın bu ülkede bir gazeteciyi hapise sürükleyeceğine inanıyorsanız ve bu duruma  seyirci kaldıysanız burada insanlıktan söz etmekte mümkün değil bana göre.



Gazeteciler konuşurken çok cesur olabiliyor ama iş yazmaya gelince geri duruyorlar. Sen isim verme konusunda asla korkak olmadın, Fatih Altaylı da dedin, Ertuğrul Özkök de dedin. Kıyasıya eleştirdin çoğu gazetecinin adlarını dahi anmaktan korktuğu isimleri.



Benim en büyük sıkıntısını çektiğim şey şu oluyor; Biri hakkında bir şey yazdığımda hemen kişisel bir husumet mi var sorusuyla karşılaşıyorum, oysa mesele hiçbir zaman bu olmadı. Gerçekler ortada, ben sadece gerçeği yazıyorum. Kimseye iftira atmıyor, hakkında yalan dolan üretmiyorum. Meslekte yanlış yaptığını düşündüğüm biri varsa, hele de biz daha çocukken bir yerlere gelmiş gazetecilerse bunlar ve girdiğimiz şu zor dönemeçte de  herkesten önce döküldülerse, ben bunu yazarım. En nihayetinde bizi de büyük bir hayal kırıklığına uğrattılar, genç nesile iyi örnek olamadılar. Sarsıntı anında ne aydınlar kaldı ayakta ne akil adam, ne de bizlere bu mesleği öğretenler kaldı.



Sanki antidemokratik gelişmelere de pek ses çıkmaz oldu.



Bazı sakıncalı konulara kimse girmek istemiyor artık.



Kadın gazetecilere belirli bir misyon yükleniyor, lifestyle yazsın, mekan yazsın deniyor.



Ben belli bir ölçüde yazarı okurunun yönlendirdiğini düşünüyorum. En azından bende öyle oldu. Beş sene içinde çok farklı konularda kalem oynatmışlığım var. En nihayetinde beş sene önceki okurumu bugüne  taşıdığımı biliyorum. Demek ki yalnızca bende bir dönüşüm değişim yok, aynı zamanda okurumda da var. Ülke koşulları ile beraber okumak istediği şeyler değişiyor insanların, bir yazarın aynı kalması, kendini tekrar etmesi başarısız olmasına neden olur. Tabii lifestyle yazmayı tercih edenler de olacak, bunda bir sıkıntı yok, gazeteci dediğin her konuyu yazar. Gün gelir siyasi bir konu olur, gün gelir magazinel bir konu olur. Kendi iç sesime güvenirim, eğer haber olduğunu, merak edilecek, öğrenilmek istenecek bir konu olduğunu düşünüyorsam yazarım, ayrım yapmam.



Bizdeki köşe yazarları çok yerel kalıyor bence. Yurtdışında bu kadar çok köşe yazarı var mı,varsa bu kadar yerel konular mı işliyorlar, pek emin değilim.



Avrupa’da ve Amerika’da böyle bir durum yok. Çok az sayıda köşe yazarı var ve haftada bir bilemedin iki gün yazıyorlar. Bizde gazeteleri köşe yazarları çıkartıyor neredeyse. Oysa muhabir dir bir gazetenin bel kemiği, onun getirdiği haberden çıkar zaten köşe yazıları. Eğer diyorsan ki ben muhabir köşe yazarıyım, sokaktan bulur çıkarırım yazımı, o en kıymetlisi tabii. İşi yorumculuksa hakkını vererek yorumculuk yapan da çok az köşe yazarı var.



Televizyonda da sürekli aynı isimler üzerinden gidiyor programlar, bunun da problemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal medyaya geçersek, gazetecilerin twitter kullanma biçimlerini nasıl değerlendiriyorsun?



Sadece twitter üzerinden muhabirlik yapalar var. Kendilerine çeşitli sebeplerden medyada yer bulamamış ve  twitterdan haber veren. Köşe yazarları kendi fikirlerini daha yaygın hale getirmek, yazılarını paylaşmak için kullanıyorlar twitterı. Son derece mantıklı buluyorum. Ancak Twitter’da karşılaşılan her bilginin gazetelerde haber olmasını yanlış buluyorum. Çünkü en nihayetinde twitter sözüne yüzde yüz güvenenebileceğimiz bir sosyal paylaşım sitesi filan değil.



Bir de twitterı edebi kaygılarla kullananlar var. Tatlı bir dille eleştiren, yazım kurallarına uyan, hoş bir dille derdini anlatanlar var. Diğer yandan damdaki kızgın kedi misali dehşet saçanları da görüyoruz. İç dünyası kararmış, ironisini kaybetmiş, hınç dolu olanları görüyoruz. Sonuçta twitter hepsini barındıran bir alan.



Çok takılmamak lazım böyle şeylere. Ekşi Sözlük’te  benimle ilgili hakaretlerle dolu ama ben bundan şikayetçi değilim. Sonuç olarak iyi düşünen kadar kötü düşünenlerin de olması normal. Birileri bizlerle alay edecek tabii. Etmezse sıkıntı var demektir.  Bloklamak, dava açmak vs. bunlar bana hastalıklı tepkiler gibi geliyor. Bir insana herkes bayılamaz, herkes iltifat yağdıramaz. Evde aralarında benimle alay ediyorlarsa ben buna tanıklık etmekten gocunmam aksine bilmek isterim... Twitter’a da çok fazla anlam atfetmemek lazım bence.



Başa dönersek, Akşam’da hala aynı noktadasın. Serdar Turgut çok değişti. İsmail Küçükkaya da gazetesinde mücadele veren farklı biri. İki ayrı yayın yönetmeniyle çalıştın. İki yayın yönetmeni için ne dersin?



Bence karşılaştırma yapmak çok doğru olmaz. Serdar Turgut beni köşe yazarlığına başlatan kişidir sonuçta, bu sebeple hakkında konuşmak istemem. Ayıp gelir bana. En nihayetinde hakkında söyleyecek güzel sözlerin yoksa susmak gerekir bazen. Bir de açıkçası İsmail Küçükkaya ile daha uzun süredir çalışıyorum. Onu daha iyi tanıyorum. Ve bu karşılaştırma ona haksızlık etmek olur diye düşünüyorum.



Sen bir de çok enteresan kitaplar okuyor ve köşende paylaşıyorsun. Soner Yalçın’ın son kitabıyla ilgili önemli bir yazı yazdın. Türk basınında gazetecilerin kitap okuma oranlarını nasıl değerlendiriyorsun? Sadece belli konularda mı okuyorlar, yoksa edebiyatla da mı ilgililer mi?



Kendilerini birinci dereceden ilgilendiren dökümanları dahi okumayanların ne kadar kitap okuduklarını inan bilmiyorum, tahmin edemiyorum.



“Ben oldum mutluyum demem asla.”



Kendi halinden, geldiğin noktadan mutlu musun?



Böyle birşey söyleyemem ki ben.. Ben oldum mutluyum demem asla. Bu meslekte alınacak yol hiç bitmez. Her insan  gibi umutsuzluk yaşadığım anlar da olur, mutlu olduğum anlar da. Yazdığım yazıdan memnun olduğum da olur yetersiz bulduğum da. Haliyle ‘kendimi beğeniyorum’ gibi bir söylem bana göre değil.



İşsiz gazeteciler var ve ulusal medyada yer bulamıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?



Keşke gazetecilikle bağını uzun süre önce kopartanlar  tasfiye olsa da genç ve mesleğe aşık arkadaşlarımıza yer açılsa.



Oral Çalışlar geldi Taraf’a, sürekli değişimler, transferler, yeni yapılanmalar oluyor, nasıl değerlendiriyorsun bu durumu?



Güvenilirliğiyle ilgili kafamda soru işareti olan gazetelere mesafeliyim doğrusunu istersen. O mesafeyi oluşturan bazı  kriterlerim var. Onların da mutlaka okurları vardır, onlara hitap ediyorlardır, görev icabı tabii ki açar bakarım ama o kadar.



“Terörist olmakla, bomba yapmakla, tecavüzcü olmakla suçlanan bir mesleğin itibarını kaybetmememsi mümkün değil.”



Okurun gazetelere bakışına ne dersin?



Zaten okur oranı çok düşük. Takdir edersin ki, terörist olmakla, bomba yapmakla, tecavüzcü olmakla suçlanan bir mesleğin itibarını kaybetmemesi de mümkün değil.



Neden gazeteciler bu kadar kolay suçlanabiliyor?



Gelişimini tamamlayamamış tüm ülkelerde görülen bir durum bu. Bir de dönüşüm dönemlerinde..



“Ertuğrul Özkük’ün yazdığım yazıdan sonra mahcup olduğunu umuyorum.”



Hürriyet yazarlarının çok tepkisini alıyorsun. Ne zaman bir Ertuğrul Özkök ya da Ayşe Arman yazısı yazsan hemen tepkiler yağmaya başlıyor. O iki yazara en büyük haksızlığı yapmışsın durumu oluyor. Nasıl değerlendiriyorsun bu bakışı? Bu tepkileri de biliyor olmalısın sonuçta.



Doğrusunu istersen tepki almam şu şekilde oluyor, sadece hakkında yazdığım kişiler tepki veriyor. Herhangi bir okurdan tepki almışlığım yok. Ertuğrul Özkök’ün, cezaevi ziyaretini eleştirdiğim yazımsa şuan konu, o halde açık konuşayım. Son derece öfkelenerek yazdığım bir yazıdır. Bugün aynı yazıyı aynı öfke ile yine yazabilirim. Çünkü yıllardır hapis yatan o insanlara ve hapishane sorunlarına duyarsız kalıp, hayati problemlerin yaşandığı bir cezaevine gidip ortama ve tecrit altında dört yıldır tutuklu olan meslektaşlarıma birer romantik komedi kahramanları tadında yaklaşması beni çok rahatsız etti. İnsanlık dışı bir bakış açısı vardı. Yazdığım yazıdan sonra mahcup olduğunu umuyorum.



Peki Ayşe Arman?



Ben geçmişte Ayşe Arman’ın tarzı ile, hayatını, ailesini, kızını  yazılarına, kitaplarına konu etmesi ile alay ettim. Özelini halka açan özeliyle alay edilmesine de kızmamalıydı bence. Neyse işte bir şekilde çok ciddiye alındı ve gündem oldu. Ayşe Arman’la aramızda kan davası varmış gibi, düşmanmışız gibi anılıyoruz hala. Ama öyle bir durum yok. Özellikle şimdilerde yaptığı işlerden ötürü, herkes sessiz kalırken, görmezden gelirken onun meslektaşlarının davaları ile ilgileniyor olması, toplumsal meselelere el atmasını kıymetli buluyorum. Bu dönemde elini taşın altına sokacak kimse kalmadı, küçümsenemeyecek kadar önemli bir davranış sergilediğini düşünüyorum. Şimdi bakıyorum meslektaşlarımız alay ediyor ‘ona mı kaldı bu işler’ diyorlar. Evet ona kaldı çünkü hiçbiriniz elinizi o taşın altına sokmaya cesaret edemediniz. Kadının tarzını, konuları ele alış biçmini, fotoğraflarını filan beğenmiyebilirsin ama Hürriyet gibi çok okunan bir gazetede, çok okunan köşesinde risk alıp haksızlıklara, adaletsizliklere değiniyorsa hakkını teslim edeceksin...



SAYIM ÇINAR



sayimc@superonline.com





Sıradaki Haber İçin Sürükleyin