AKP 'BAŞBAKAN'DAN ÇIKAR AMAÇLI RANDEVU TALEP EDEN GAZETECİLER' AÇIKLAMASIYLA GÜNDEM ŞAŞIRTMASI MI YAPTI?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, medyadadan kimilerini isim vermeden iş takipçiliği yapmakla suçladığı beyanatını neden Hürriyet'e yaptı? Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, nam-ı diğer Taha Kıvanç'tan konuya ilişkin 'komplo-yorumlar'...

Google Haberlere Abone ol
AKP 'BAŞBAKAN'DAN ÇIKAR AMAÇLI RANDEVU TALEP EDEN GAZETECİLER' AÇIKLAMASIYLA GÜNDEM ŞAŞIRTMASI MI YAPTI?

 


TAHA KIVANÇ'IN YENİ ŞAFAK'TA YAYINLANAN YAZISI:


Dostlarım iz sürüyor, ben yazıyorum


Ali Bayramoğlu durduk yerde şunu söyledi: “Ben sen olsaydım, yarın, ‘Bir dostum, Ak Partili bir grupla konuşurken, ben sizin yerinizde olsam Erkan Mumcu’yu bal ve börekle besler, ANAP’ın serpilmesi için özel çaba gösterirdim dedi’ diye yazardım...”

“Durduk yerde” deyişim sözün gelişi tabii. Ak Partili Beyoğlu belediye başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın Haliç’teki Rahmi Koç Müzesi bahçesinde bulunan Halat Restoran’da verdiği akşam yemeğindeydik ve konu Erkan Mumcu’dan açılınca o sözü sarf etmiştim. Aslında sözün patentinin bana ait olmadığını da biliyorsunuz; o tezin sahibi siyaset gözlemcisi bir dostum...

Dediği şu: Ak Parti Meclis’e üçte iki çoğunlukla girme başarısı gösterdi, ama o başarının bir bölümü Cem Uzan’ın Genç Partisi sayesinde gerçekleşti. Genç Parti seçimde yüzde 7,2 oy aldı ve bu oyların çoğu DYP ile MHP’den geldi. Genç Parti’nin oylarını aşağı çekmesi yüzünden o iki parti baraja takıldı ve 100’den fazla milletvekilliğini Ak Parti o sayede elde etti... Bu, politikanın aritmetiği. Önümüzdeki seçimde de AKP’nin aynı işlevi görecek bir partiye ihtiyacı olabilir ve Erkan Mumcu’yla takviyeli ANAP oylarını yüzde 7’ye kadar çıkartabilirse, DYP ve MHP’yi engelleyebilir...

Bana hiç de yabana atılacak bir fikir gibi gelmedi. Erkan Mumcu üslubunu sertleştirdikçe, partisi DYP ve MHP tabanına hoş gelecek, ama toplumun kavga istemeyen kesimini ürkütecektir... Politikayı avucunun içi gibi bilen Tayyip Erdoğan’ın bu hesabı yaptığını, hatta burada afişe etmemden hiç mutlu olmadığını sanıyorum...

Dostlar böyle durumlar için var... Pek çoğumuz, Başbakan Erdoğan’ın, partisi milletvekillerini topladığı Kızılcahamam’a kadar çağırarak Hürriyet’ten Fatih Altaylı’ya medyadan bazı isimleri suçlayıcı beyanat vermesini tasvip etmiyoruz, değil mi? Kimimiz, “Neden Hürriyet?” diye soruyoruz, Aydın Doğan’ın tercihlerini düşünerek... Kimimiz, “Ak Parti iktidara gelene kadar onun gelişini durdurmak için ağzından çıkanı duymayan Fatih Altaylı değil miydi?” sorusunu soruyoruz; aklımıza Tayyip Erdoğan ile ilgili sarf ettiği yakışıksız sözler, başörtülü kızlara mikrofondan ettiği küfür gelerek... İçinden geçtiğimiz ortamda medyayla uğraşmak da akıllıca görünmüyor çoğumuza...

Bir dostum ise farklı görüşte: Hürriyet ve Fatih Altaylı’nın olayda ‘kullanılma’ biçimini ‘müthiş zeki’ bulduğu gibi, esas övgü vurgusunu medya ile ilgili sözlerine yapıyor Başbakan Erdoğan’ın... “Herhalde görmüyor değilsin” dedikten sonra şunları ekledi o dostum: “Epey zamandır ilk kez, Ak Parti, gündem şaşırtması yaptı; herkesin ‘atalet-rehavet’ edebiyatı yaptığı bir ortam gitti, onun yerini ‘Kim bu iş takipçisi gazeteciler?’ tartışması aldı.”

O gazetecilerin kim olduğunu herkes biliyor bilmesine, ancak yine de “Ben değilim, herhalde o” hedef saptırmaca oyunu oynanıyor. Daha başka amaçları bulunan medya patronu, randevusunu patronunun dileğini iletmek için kullanan genel yayın yönetmeni, yanına yabancı bir şirketin sorumlularını alarak Başbakanlığa giden temsilci, ağlamaklı olan muhabir... Bunlar bizim dünyamızdan isimleri pek iyi bilinen tipler... Herkes bilir bilmezliğe vuruyor veya en kolay hedefi suçlayarak kendisini ve etrafını temize çıkartmanın yolunu arıyor...

Gazetedeki haber toplantısında, masaya, “İsimleri tek tek ifşa etmek bize düşer, gelin bunu biz yapalım” dedim... Başbakanlığı ikinci adres yapmış nice gazetecinin mâceraları günü ve saatiyle bizim istihbarat depomuzda kayıtlı; kendi aramızda gülerek anlattıklarımızı herkesle paylaşmanın ne mahzuru var? Hem mahzurlu olsaydı, koca koca adamlar, kendilerini o duruma düşürürler miydi? Bir an “Hadi, yapalım” denilecekmiş gibi bir hava doğdu, ama sonra “Aman, bize ne!” aldırmazlığı masaya egemen oldu.

Dostlar işte bu gibi durumlar için var...

‘Başörtüsü ve Masonluk’ konusunda görüşünü iki kez sizlerle paylaştığım dostum bir kenarda kıkır kıkır gülüyor; onun “Ne oldu?” diye sormasından çekinip ağzımı açamıyorum çünkü... “Türkiye’deki başörtüsü yasağı tamamen Mason biraderlerin arzusu; yasağı Türkiye’de bırakmayıp güçlerinin yettiği başka ülkelere taşıyanlar da onlar” tezinin sahibi dostum, “Bunu yazarım” dediğimde, “Cevap bekleme” uyarısında bulunmuştu. Gerçekten de yanlış anlaşılınca, ya da aleyhlerine olacak her yazıya cevap veren Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’ndan, Büyük Üstad Kaya Paşakay’dan şu ana kadar herhangi bir ses çıkmaması ilginç...

Aynı dostum, dün, Milliyet’te çıkan bir yazının kesiğini gönderdi. Mason olduğu bilinen bir meslek büyüğünün yazısıydı bu. ‘Türbansız iktidar’ başlıklı yazıda dostumun altını çizdiği satırlar konuya biraz ışık tutuyor gibi: “Biz size iktidar olmanın kısa formülünü söyleyelim mi? / Emine Erdoğan, ‘Artık biz çağdaş Türkiye'yi temsil ediyoruz’ diyerek siyasal simge yapılmış o türbanı çıkarsa, AKP ‘iktidar’ olur; İHL sorununun çözümü de kolaylaşır. Tayyip Bey gerçek bir reformcu, devrimci olarak tarihe geçme şansını yakalar. Herkes de siyasal simge haline gelmiş türbanı takma takıntısından kurtulur, yıllardır olduğu gibi başını istediği gibi örter ya da örtmez./ Başı açık, inançlı Müslümanlar da var.”

Dostumun önceleri kabul etmek istemediğim tezine giderek ısınıyorum mu, ne?

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin