AKİF BEKİ / RADİKAL
İkinci aşk yanılgısı
İkinci aşk, yozlaşmış bir aşk mıdır?
Kırılgan mıdır bu yüzden, güvensizlik istimi üzerinde mi yürür?
‘Saflığını, bekâretini kaybetmiştir’ diyebilir miyiz?
Hatta belki bir parça da kirlenmiş olduğunu söyleyebilir miyiz?
Çünkü gerçeği en az bir kere tecrübe etmiştir gönüller.
Ve aşk, gerçek karşısında dayanıksız çıkmış, testi
geçememiştir.
Gurur hisarları bozgun yemiştir, hüsrana uğramıştır aşıklar...
***
Madem sevgililer günündeyiz, aşkın dinamiklerini düşünerek idrak
edelim.
Bunun için coşkulu bir âşık olarak Cemil Meriç’i mutlaka okumanızı
öneririm.
Jurnal 1 ve 2’de korkularını, yanılgılarını, pişmanlıklarını,
şımarıklıklarını, yakarışlarını, arzularını,
hayalkırıklıklarını velhasıl gel-gitlerini bütün görkemiyle
cömertçe sergiliyor.
Onun şehvetli üslubunda, tutkulu kaleminde doyumsuz bir tada
kavuşuyor aşkın halleri.
Kâh ıssız ve karanlık sahralarda kayboluyor, kâh arş-ı ala’da
yıldızlar katına yükseliyorsunuz.
Lamia Hanım’a yazdıkları, hiç tereddütsüz edebiyatımızın en taşkın
aşk mektupları.
İki kesit seçtim.
İlkinde, Leyla’sına kavuşmuş bir Mecnun...
“Senin yanında zaman yok. Elest bezminden beri dudak dudağayız,
seni kaburgamdan yarattım, hayır, gönlümden yarattım, kafamdan
yarattım, belki de ben senin kaburganım. Cennette beraberdik ve
ismin Havva’ydı. 25 yıl önce yine beraberdik. Adın bilinmeyendi,
özlenendi.
Her kadında seni arıyordum. 25 yıl önce adın hasretti, sonra ümit
oldu. Seni bulamadığım için, seni bulamadığım için gözlerim
kapandı. Seni düşünerek intihar etmedim. 25 yıldan beridir senin
için yaşıyorum Lamia’m.”
İkincisinde ise, geçmişten hayaletlerin gölgesi dolaşıyor iki
aşığın üzerinde...
“... Aa deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun
kahkahası. Kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız
bir hayale aşık olduğumuzu hayretler içinde görürüz. Tecrübe
güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır.
İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır. Aşkın hazları, ilham ettiği
korkular ölçüsünde büyüktür. Yalnız seninim. Ve yalnız beni
düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir. Büyüyü ancak ihanetin
bozar. Manevi ihanetin. Bir an için gözbebeklerinde raksedecek
herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kabusa döner ve bir
uçurumun kıyısında uyanırsın.”
***
“İnsanlık durumunun en trajik yanı nedir?” derseniz, “Başımızı
gerçeğe çarpmaktır” derim.
Fukaralaştırır bizi, hayalsizleştirir.
Seçim yapamaz olur, bugünün gerçeği ile geçmişin hayali arasında
sıkışıp kalırırz.
Seçeneklerimiz fazla değil...
Hayranlığımız, mermer taşından ziyade hayalden yontulmuş
putlaradır, doğru.
Sevgiliden çok, sevgilinin hayalinedir tutkumuz, doğru.
“Seni o kadar çok hayal ettim ki, artık bir hayalsin” derken Victor
Hugo haklıdır, o da doğru.
Bir siluettir peşinden sürüklendiğimiz.
İdealize ettiğimiz, mükemmel hatlarla çizdiğimiz ama imkânsız
olanadır aşkımız.
Güzele değil güzelliğedir açlığımız, susuzluğumuz.
Karşılaştığımızda, gerçek bu yüzden hayal kırıklığına uğratır
bizi.
Yalanadır çünkü hasretimiz.
Ama Cemil Meriç’in ‘ezeli mağlup’larından olmak istemiyorsak,
seçeneklerimiz teke düşer:
Gerçeğin parıltısını koruyarak, hayallerimizle barıştırmak.
Bunu da kendi doğasına yenilmeyenler başarabilir.