1 MAYIS'TA ÜNLÜ OLDUĞU İÇİN DAYAK YEMEDİĞİNİ SÖYLEYEN YÖNETMEN KİM?

İşte ünlü olduktan sonra hayatının kolaylaştığını söyleyen o yönetmen...

Google Haberlere Abone ol
1 MAYIS'TA ÜNLÜ OLDUĞU İÇİN DAYAK YEMEDİĞİNİ SÖYLEYEN YÖNETMEN KİM?

'Ünlü olmak hayatı kolaylaştırıyor. Mesela 1 Mayıs mitingine giderken polisler bariyeri açıp beni bıraktılar. Ondan bir önceki 1 Mayıs'da dayak yemiştim. Sendikamızın bayrağı altında gitmiştik. Üzerimize tazikli su atılmıştı' diyen senarist-yönetmen Sırrı Süreyya Önder:



Sağcı, solcu ortayolcuların da sevdiği bir isim Sırrı Süreyya Önder. Kendisi Marksist sosyalist olmasına rağmen nasıl oluyor da herkes tarafından benimseniyor, hatta bu yetmezmiş gibi 'iyi' biliniyor? Bu sorunun cevabını 'ben de herkesi seviyorum, işkenceci ve faşistler hariç' yanıtını veriyor. Annesi hacı, babası komünist olan Önder'i ölüm sekiz yaşında selamlamış. Yedi yıl hapis yatmış yani 'hayat'la tanışmış. Ortaya ölümü, hapis hayatını, popülerliğini, asla affetmeyeceği kişileri, ve Kafa Dengi'ni de içine alan keyifli bir röportaj çıktı. Sırrı Bey bize becerikli kahve makinasıyla Türk Kahvesi de ikram etti. Belkide Sırrı'nın 'sırrı' işte burada, samimiyetinde ve içtenliğinde yatıyor. Siz de 'Sırrı' çözmeye hazır mısınız?


Siz 'ne' oğlusunuz?


En fakir esnaf grubuna giriyorum. Babam berber kalfasıydı. Daha sonra arzuhalcilik yapmaya başladı. Sonra komünist oldu ve 35 yaşında öldü.


Neden?


Siroz...


Babanız öldüğünde kaç yaşınızdaydınız?


8 yaşımdaydım. 4 kardeştik, evin büyüğü bendim.


Sekiz yaşında ölümle tanışmak... Nasıl?


Belli bir olgunluğa gelene kadar ölüm bir tek kavramla aklınıza gelir. O da adaletsiz bir şey olduğu. Hakikaten de adaletsizdir. Çünkü genç, çocuk, güzel, çirkin demez. Ama belli bir zamandan sonra bunun kaçınılmaz bir şey olduğunu, o fazladan yaşanılan senelerin de çok göreceli bir şey olduğunu...


Ölüme isyan ettiniz mi?


İsyan etmeye bile vakit bulamadım. Allah kimsenin vakitsiz başına vermesin.


12 Eylül olaylarında 7 yıl hapis yattınız. Bütün bunları yaşarken solcu kimliğinize ne oldu?


Cezaevine girdiğimde 18 yaşındaydım. Sosyalizmi cezaevinde öğrendim. Daha önce sadece "solcuyum" diyen bir çocuktum. Çünkü bütün anlı şanlı sosyalistler cezaevindeydi. Zulm bahsini bir kenara bırakırsak, bir akademi gibiydi. Hayata dair merak ettiğiniz bütün sorulara yetkin cevaplar verebilecek insanlar vardı. Yazarlar, edebiyatçılar, teorisyenler, militanlar, herkes oradaydı.


'Ne kadar' solcusunuz?


Marksist bir sosyalistim. Yaşam biçimi olarak hayatta böyle bir duruşu korumayı gözetmiyorsanız, istediğiniz kadar kendinizi solcu olarak vesvese edebilirsiniz. Bu vesveseden öteye gitmez. Kendine solcu demeyen bir sürü solcu ya da kendine solcu diyen ama solcu olmayan bir sürü kişi sayabilirim size.


Bunu 'din' gibi her konuşmanızda zikrediyorsunuz. Neden?


Sol bu ülkenin gelecek tasavvuru içinde en önemli kutuplardan biriydi. O kadar ağır bir şekilde imha edildi ki; ben de gereğinden fazla besmele gibi heryerde söylemeyi namus borcu sayıyorum.


Siz bir röportajınızda "o dönemde gördüğüm işkenceleri affetmiyorum" demişsiniz. Şimdi affedebiliyor musunuz?


Kimsenin kişisel trajedisi, travmaları ve sıkıntıları fazla öne çıkmamalı diye düşünüyorum. Benimki de öyle...Üstelik ben hicab ederim, çünkü benim başıma gelenlerle bir Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları teraziye koysanız, benim laf söylemem hayasızlık olur. Bana işkence yapanlar da dahil olmak üzere hiçbirini kişisel olarak affetme veya bağışlama ihtiyacı hissetmiyorum. Birisi, birine, denk olmayan koşullarda ceza ve cefa çektiriyorsa bütün kainatın ışığı söner. İşkence bir insanlık suçudur. Tıpkı faşizm gibi. Bunun affı olmaz.


İşkenceler ruhunuza neler bıraktı?


Kendimle ilgili kısmını hiç düşünmüyorum. Bana yapılan şerefim namusum üzerine söyleyebilirim ki; bir gün bile aklıma gelmiyor. Ama topyekün bu ülkenin geleceğini söndürdüler. Benim derdim bu.


Ama yine de zordur cezaevinde olmak...


Aksine, cezaevi içeridekilere hiç zor bir şey değildir. Olan dışarıdakilere olur. Onun hesabını tutuyorum ben. Çünkü çoluğu, çocuğu, anası, babası ve bakmakla yükümlü olduğu insanlar var. Mesela; annemi görüş yerinde dövdüler, şimdi ben bunu nasıl affedebilirim? Yaptıkları işkenceler hiç aklıma gelmiyor ama anama yaptıkları da hiç aklımdan çıkmıyor. 70 yaşında felçli dedemi yatağından tutup avluya fırlattılar. Şimdi bunu hangi hamiyet affedebilir.


Sizi solcusu da seviyor, sağcısı da...


Ben işkenceci ve faşist olmayan herkesi seviyorum. Bu iki istisnanın dışında kardeşçe bakmadığım kimse yok ve bunun için de kendimi zorlamıyorum. Çünkü o yaftalamak ve katagorize etmek denilen meselenin ne kadar sıkıntılı ve ne kadar boş, ne kadar bir çırpıda hayatın duvarına çarptığında berhava olabilecek bir şey olduğunu hayatımda gördüm ve yaşadım. Böyle olunca herkese muhabbet besliyorsunuz.


Ne zaman böyle bir adam oldunuz?


Babam öldükten sonra... O ölünce sokakta kaldık. Dedemin tek göz evinde yaşıyorduk. Babamın dostları, arkadaşlarının hamiyetiyle biz meydana geldik. Bu dayanışmayı, sevgiyi ve bu muhabbeti içerisinde sağcısı, solcusu, hiç bir şey olmayan insanlardan bu yakınlığı görünce senin insanlıktan bunu esirgemen çok dangalakça bir iş olur. Bize biri tarif etmedi. Somut olarak hayatımızda gördük Biri geldi ekmeğimizi verdi, biri geldi esvap aldı, biri kitabımızı verdi. Bunu görünce nasıl insanlar için köşeli laflar edebilirsin.


Muhafazakar camia ile ne zaman, nasıl ve ne şekilde tanıştınız?


Dayım Adıyaman'da önemli bir Nur şakirtlerindendi. Babam öldükten sonra 11-12 yaşlarındayken bir nur medresesinde dayım aracılığıyla tanıştım. Bir okul gibi oraya devam ettim. O yer hayatımda önemli bir aydınlanma yeriydi. Oraya devam ederken babamdan kalan önemli bir Marksist külliyat vardı. Onları okuyordum. Yani babamdan bana bir okuma hastalığı intikal etti.


Sonra...


O günden sonra, muhafazakar camia ile hiç muhabbetim kesilmedi. Çok had safhada tartıştığımız, fikir birliğine varmadığımız zamanlar oldu. Ama muhabbetimiz ve kardeşlik duygumuz hiç sarsıntıya uğramadı.


Bu tanışıklık size ne kattı?


Daha bilinçli ve çok yönlü bir okuma sürecine girdim. Genel olarak teoloji ve antropoloji en ilgilendiğim alan oldu. Bu konudaki bütün tefsirleri, menkıbeleri, inanış biçimlerini şia'dan, emevi endülüs intikatına Osmanlı'daki bu ehli sünnet anlayışına varana kadar hepsini merak ederek okudum. Şu an islama bakış açım, İhsan Eliaçık'ın baktığı yerle aynıdır. Kafam birşeye takıldığında Ya İhsan Eliaçık'a ya da Osman Bostan'a sorarım ve söylediklerini çok gözetirim.. Eliaçık Mamak Cezaevinde de "Akıncılar" davasından dolayı kalmış ve işkence görmüş birisidir.


Bütün bunları 'solcu' kimliğinizle mi okudunuz?


Bir düşünceye karşıysanız, 'karşıyım' demekle karşı olmuyorsunuz. İnsanoğlu boş beleş bir varlık değil. Dolayısıyla ister karşı ol, ister taraftarı ol, karşı çıktığınız şeyi bilmek zorundasınız. Her müslümanın, İslamı referans alarak yaşayan her insanın diyalektikten haberdar olması lazım. Bundan haberdar olduğun zaman İslam'ı daha başka yorumlayacaktır. Her Marksistin, Liberal'in ya da kendisini ne olarak tanımlıyorsa tanımlasın İslam'ı hiç olmazsa yalan yanlış bir cümle kurmayacak bir asgarilikte bilgisinin olması lazım. Çünkü din dediğiniz mefhum hali hazırdaki dünyanın yüzde yetmişini şu veya bu şekilde belirleyen bir şey. Üç kelime ile "bunlar boş inançtır" deyip geçemezsiniz.


Sizinki sadece empati yapmak değil...


Tabiki... Merak olmadan da bu kadar araştırmaz insan.


Annenizin etkisi var mı?


Yok. Benim annem üzerinde etkim var.


Annenizin hacca gitmek kendi tercihi?


Evet.


Peki nasıl sizin onun üzerinizde etkiniz oluyor?


Çünkü ben gönderdim. (gülüşmeler) Annem yirmibeş yaşında dul kaldı. Bize ömrünü vakfetti. Ben de hayatın bir yerinde "anne sana ne yapayım?" diye sordum. O da "beni hacca gönder" dedi.


Babanız komunist ama anneniz hacı...


Annemin ailesinin tamamı nur şakirtlerindendi. Onlar kızını Adıyaman'ın tek komunistine vermişler. Orada 'adamlık dini' denen daha başka bir şey vardı herhalde. Şimdi size bir sürü Müslüman ve dinci sayabilirim. Hangisini alırsınız?



BEN HİÇ HAPİSTE OLMADIM



Adınız oyuncu, senarist, yönetmen, müzik yapımcısı olarak geçiyor. Siz hangisisiniz?


(gülüyor) Hiçbiri. Oyuncu değilim. O benim hatır- gönül yaptığım bir şey. Benim işim senaristlik ve yönetmenlik. Onun dışındaki herşeyi müzik de dahil fahri olarak yapıyorum.


Mesela müzikten iyi anlarmısınız?


Hiç anlamam. Sadece estruman çalarım. Nota görsem amme cüzü zannederim. (gülüşmeler) O kadar mesefeliyim. Ama mesela Beynelminel filminin müziğini yapanlardan biriyim. Cümbüşü elime aldım çaldım. Ama asla uzmanı değilim, bunu söylemek çok ayıp bir şey olur. Oyuncu da değilim. Farkettiyseniz zaten hep kendimi oynuyorum (gülüşmeler)


Ejder Kapanı'nda farklıymışsınız...


O da Uğur'un (Yücel) sayesinde oldu. (gülüşmeler)


Popüler oldunuz...


Popülermiyim? Allah korusun! (gülüşmeler) Bilinmenin dezavantajları var. Ben sıkıntılı bir adamım.


Neden, yaptığınız işin içini boşalttığı için mi?


Hayır. Hayatı güçleştirdiği için... Bu sevgi ve hayranlık bahsini çok zehirli bir alan olarak görüyorum. Çok çabuk öfkeye dönüşüyor. İnsanlar sizi bir boyutuyla biryerde görüyorlar. Kendilerinden bir şey bulabiliyorlar. Bunların çoğunda yanılsama oluyor. Ben insanların ne öyle, ne de böyle tasavvur etmelerini istemiyorum. Buna dönük bir gayretimde yok.


Yaptığınız işle istediğiniz arasında bir tezatlık var...


Ekmek kavgası...


Memnun olduğunuz taraflar var mı?


Var. Riyakar davranmayayım. Birkaç yerde de hayatı olağanüstü kolaylaştırıyor. Mesela 1 Mayıs mitingine giderken polisler bariyeri açıp beni bıraktılar. Ondan bir önceki 1 Mayıs'da dayak yemiştim. Sendikamızın bayrağı altında gitmiştik. Üzerimize tazikli su atılmıştı. İçki bahsinde söylenir; "Sabahın baş ağrısı akşamın hoşluğuna değmez." Popülerlik hayatımı kolaylaştırıcı bir işlev görmedi. Daha önce geçinmek için dizi senaryosu yazıyordum. Ondan da nefret ettim. Televizyon dizisi yazmadan geçinmemi sağladı. Ekmek davası derken bunu kastediyorum.


Nurgül Yeşilçay programınıza konuktu ve şöyle demişti; "Sırrı Bey'i herkes tanıyor" Nasıl oluyor?


Neden öyle dediğini bilmiyorum. Ben davet ve toplantı dolaşan biri değilim. Bugün başörtüsü protestosundan e muhtra protestosuna, Güler Zere'nin salıverilmesine varana kadar her yerde görebilirsiniz. Festivallerin dışında pek bir yerde göremezsiniz.


Programa 'asla.... davet etmem'


Faşistleri.


Kimler gelmez?


Davet edilip de gelmeyen hiç olmadı. Bazı konukları ben tanımam bazı konukları ise Tarık'la Selahattin tanımaz. Biz konuğu tartışmayız bile. Bir sisteme bağlı çalışmıyoruz biz.


Sizin Yücel Çakmaklı ile bir film projeniz varmış. Yücel beyle tanışır mıydınız?


Gaziantep Üniversitesi şenlikleri yapılıyordu. Yücel Çakmaklı ve ben davetliydik. Sadık Battal düzenleyiciler arasındaydı. Beynelminel'i ve Yücel Abi'nin filmini birlikte izledik. Sadık Yalsızuçanlar'ın moderasyonunda bir panel yapıldı. Aşk, politika ve sinema konuştuk. Kendisiyle orada tanıştım. Bana Yılmaz Güney ile olan bir anısını anlattı. 'Bir projemiz vardı. O yazacaktı ben çekecektim. Ama olmadı. Hepinizin huzurunda Sırrı'nın, yoldaşının bunu vasiyet kabul etmesini istiyorum' dedi.


Haberiniz yokmuydu?


Evet. Beşyüz kişinin huzurunda 'Kendisi senaryosunu yazsın ben de çekerim' dedi. Bende cematin önünde 'hay hay' dedim.


Ama zaman yetmedi...


Evet.


Nasıl bulursunuz Yücel beyin sinemasını?


Hürmetle yaklaşırım. Önemli bir çaba olarak görürüm. Solculardan çok sağcıların kadrine uğramıştır. Çektiği sıkıntıları dinledim. Bir film çekebilmek için kaç sağcıyı ikna etmek zorunda kalma çilesini ve hiç anlaşılmamasını.. Sebatla inat eden ve o duruşu muhafaza eden adamlara karşı hürmetim var.


Kimleri selamlıyorsunuz?


Ömer Lekesiz'e bir selam göndermek istiyorum. Hiç tanışmıyoruz ama onun edebiyat, roman, hikaye ile ilgili yazdıklarını herkes için zihin açıcı şeyler olduğunu düşünüyorum. İnsanların ille de öğrenci öğretmen olmasına gerek yok. Ömer Lekesiz'in bile haberi yoktur, benim kendisine öğrenci olduğumdan. Keza vicdan bahsinde Fatma Karabıyık Barborosoğlu'nu çok takip ederim. Bütün kitap ve denemeleri ve günlük yazılarıyla takip ediyorum. Hayattan kendinize bu tür insanlar seçersiniz.


Pusula...


O nereye bakıyor? Tümüne katılmasınız bile öğreneceğiniz çok şey var. Ömer Lekesiz böyle biri benim hayatımda. Bir insan bir hayat demek. Siz onun bir saatte yazdığı yazıya talip olduğunuzda o insanın kırk elli yıllık müktesebatını en konsantre ve damıtılmış halini alıyorsunuz. Bir yağmacılık yapıyorsunuz. Dünyanın en güzel yağmacılığı.


İnsan kendisini bilir. Son kaç yılınız 'rahat' geçmiştir...


Ben hiç rahat olmadım. Huzursuz bir adamım. Uyumuyorum.


Niye?


Bilmiyorum ki.


Sorun kendiniz mi yoksa dünya mı?


Şüphesiz insanın kendisini dışarıda tutması mümkün değil.


Neden konuşmaya korkuyorsunuz?


Çok yanlış bir intiba... Uygun cümleleri arıyorum. Tam karşılığı olmazsa ayıp olur. Şöyle bir cümle kurulabilir; 'ben insanlık için çok üzülüyorum.'


Yalan mı?


Yalan... Kendi içimde huzursuz da değilim.


Ne peki?


Topyekün bir hal bu. Bir yaşam alışkanlığı. Hapishaneden beri geceleri uyumayan biriyim. Sabah altıbuçuk, yedi gibi yatarım. Beş saat maksimum uyurum. Onun dışında okuma telaşım var.


Hapishaneden kalma bir alışkanlık mı?


Hapishanede kitap, sadece okumak için değil, aynı zamanda müthiş rehabilitasyon unsuru olduğu için çok önemlidir. Çünkü ancak bir kitabın sayfasını açtığında cezaevinden çıkar gidersin başka bir dünyaya.


Cezaevi size ne bırakmıştır?


Ben hiç hapiste olmadım, zihinsel olarak yani. İçeri girdiğimde sigara içmiyordum. Sigaralı mekana girmek bile başımı ağrıtırdı. Baş ağrısı yüzünden hergün ilaç kullanıyordum. Sonra arkadaşım 'ağrının geçmesi için seninde sigara içmen gerekir dedi.' o günden beri günde dört paket içiyorum. Alışkanlıksa bu..


Kötü... Çok kötü!!!



KAFA DENGİ GERÇEK


Kafadengi programında Selahattin Yusuf, Tarık Tufan ve siz varsınız. Görüşleriniz, durduğunuz yer farklı. Bazen "benim burada ne işim var" dediğiniz oluyor mu?


Hayır demiyorum. Ben saygı gösteriyorum onlar da bana saygı gösteriyor. Bu içten bir saygı. Öyle "mış" gibi değil. Bu baki olduğu müddetçe o cümleyi hiç kurmam. Dövüştüğümüz çok oldu Selahattinle.


Bu bilinçli bir şey mi?


Başka türlüsü samimiyeti aşındırıyor. Bazen konuşma hakkımızı verdiğimiz konuklar var. Mesela Burhan Sönmez'e üçümüz de konuşma hakkımızı verdik. Hakeza Dücane Cündioğlu'nda da öyle yaptık. Hatta Dücane'ye hakkımızı seve seve verdik.


'Kafa Dengi' ne kadar gerçek? Zorlama değil mi?


Değil, çünkü tasarlanmadı. Ben Selahattin'i Meksika Sınırı'nda tanıdım. O programın sadık bir izleyicisiydim. Birgün yolda karşılaştık ve beğenilerimi ilettim. Beni konuk aldılar. O güne kadar konuk almıyorlardı. (gülüşmeler) O program, kimsenin ne sağcılığından ne de solculuğundan vazgeçmeden ama o saygıyı da gözeterek biraz tasarlananın çok üzerinde uzun bir programdı. İzleyen sağcı, solcu, ortayolcu olan herkesin kalbine dokundu. Kanal bunun defalarca tekrarını verdi. Derken 'Sırrı da dördüncü olsun' diye fanları oluştu. Dördüncü olmadım ama programa bir daha katıldım.


Neden, hangi dertten dolayı oradasınız?


Küfür veya hakaret etmeden konuşulabileceğini, bir mevzuda ikiden farklı görüşe sahip olunacağını, bunun da bir- iki saat sürebileceğini, o asgari nezaketi, tahammülü gösterebileceğimizi gördük. Kodlama bizim en sakatlandığımız meseledir. Bu konudaki o güne kadar duyulmamış kaynakları, insanları, görüşleri zikretmek. Belki izleyenlerin merak etmesine yol açmak, araştırmasını tetiklemek böyle bir işlevi var. Bu sürdüğü müddetçe program da sürer.


Ya bir gün tıkanırsanız, o zaman ne olur?


Bu sürdüğü müddetçe program da sürer. Bu patinaja binerse ya da bir yerinden yaralarsa o zaman bir anlamı kalmaz ama hepimiz bunun idrakindeyiz.
KÜBRA&BÜŞRA  / www.yenisafak.com.tr


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin